Sayfalar

9 Kasım 2010 Salı

1989 Yılı Göçünün 21. Yıldönümü


Balkanlar’daki Göç Zulmü Kurbanlarının Hatırasını Saygıyla Anıyoruz
Bulgaristan Türklerinin tabi tutulduğu zorunlu göçün 21. yıldönümü

Türk coğrafyasının Orta-Asya derinliklerinden kopup Anadolu’ya gelen, Anadolu’dan- Balkanlara gidiş, Balkanlardan tekrar Türkiye Cumhuriyetinin topraklarına dönüş sürecine uzanan çarpıcı bir yaşam öyküleri…

Osmanlı fetihlerinin tamamlandığı, 1398’den sonra bahsedebiliriz. Osmanlıların Balkanlara geçişleri, Avrupa’ya yönelişleri tarihçiler tarafından oldukça iyi işlenmiş bir konudur. Ancak bu konu, işlenirken bol miktarda abartılara yer verilir. Sübjektif değerlendirmeler yapılır. Konu istismar edilip güncel çıkarlar doğrultusunda tarih ve ders kitaplarına da yansıtılmıştır.
XIV’üncü yüzyılın ortalarından başlayarak Anadolu’dan Balkanlara göç eden atalarımız bu süreç içinde adım adım bu verimli yörelere yerleşerek üretimi arttırdılar. XIV’üncü yüzyılın ortalarından XIX’uncu yüzyılın ortalarına kadar sistemli bir şekilde bu topraklara sahip olan Türkler buralarını benimseyerek, bu yörelerin kültür ve ekonomik bünyesinde esaslı değişiklikler yaptılar. Bölgeyi üç koldan kat eden ulaşım sistemini tamamlayan köprüler ve derbentlerle dış dünyayla iletişimi sağladılar. Vakıf sistemi sayesinde hamamlar, çeşmeler, dükkânlar, çarşılar, bedestenler inşa edilerek Balkanlarda modern şehir hayatı oluşturdular. Her yerleştikleri yerde olduğu gibi Bulgaristan’da da öncelikle dini ibadetleri için ulu camiler, eğitim ihtiyaçları için mektepler, medreseler, iktisadi, içtimai, ulaştırma, sıhhi, diğer ihtiyaçları için çeşitli mimari eserler kurdular, bunların devamı için de hayır ve sosyal amaçlı vakıflar tesis ettiler.

Bulgarlarla Türkler, yüzyıllarca Balkanlar coğrafyasını paylaşmışlardır. Bu paylaşım, çok değişik biçimlerde ortaya çıkar. Çoğu kez bir yerleşim yerinde hem Türkler, hem Bulgarlar oturur. Doğa kaynaklarını da ortak kullanırlar. Aynı kent yerleşim merkezlerinin kahveler, dükkânlar, her türlü hizmet yerleri hiçbir ayrım gözetmeksizin aynı ölçüde her iki halka aynı yararları sağlamıştır. Bu ortak yaşam folklora da büyük ölçüde yansımıştır. Hatta bir atasözünün menşeini bulmak, Türklerin mi? Bulgarların mı? Kestirip atmak bilimsel açıdan da son derece zordur. Bulgarlar, bugün de: “Zorla güzellik olmaz”, “Vakit Nakittir”, “Dünya dünya yalancı dünya”, “Kısmet olmadan dayak bile yenmez”gibi örneklerini verebiliriz.

Bulgar-Türk beraberliğinin ne zaman başladığını kestirmek hiç de kolay değildir. Bu konuda bilim adamları, tarihçiler de bir ortak görüşe varamamışlardır. Ancak, eski Bulgarların/Protobulgarlar/Orta Asya kökenli oldukları kesindir. Bulgar tarihçilerinden Nikolay Stanişev’e göre, “Bulgarlar, Ural-Asya kökenlidir. Asyalı olmaktan utanacak bir durum yoktur”.
Öyle ki, Orta Asya’dan Avrupa’ya, Balkanlara akın eden insan toplulukları arasında eski Bulgarlar da bulunmaktadır. Bu topluluklardan belki de en önemlileri Asparuh/İsperih yönetimindeki Bulgarlardır. İsperih Bulgarları, Dobruca’nın bir köşesi ile yetinmeyip Bizans hâkimiyetindeki Balkanlar’ın öteki yerlerine sürekli akınlar düzenlemişlerdir.

Eski Bulgarlar, Hunlar’dan sonra Avrupa topraklarına yerleşen en önemli kavimlerden biridir. Asya kökenli oldukları, Avrupa’ya Hazer denizinin doğusundan girdikleri hiç kuşku götürmeyen bir gerçektir. Bulgar edebiyatçıları, tarihçileri eski atalarından söz ederken dillerindeki en güzel sözcükleri kullanırlar: Yiğit, mert, gözüpek, hoşgörülü, savaşçı… Vb.
Ne var ki, Eski Bulgarlar, giderek Traklar ve Islavlarla bir bütün oluşturarak, kendi özbenliklerinden uzaklaşmış olurlar. Bu üçlü oluşumda aralarındaki anlaşmayı sağlamak için kullanacakları dil Islavca ağırlıklı olacaktır. Bulgarlar, Hıristiyan olunca isim, unvan, devlet yapılarında da büyük değişiklikler gözleniyor. Ortaasyalı, Türk kimlikleri, ancak yüz yapılarında, bazı gelenekler göreneklerin korunmasında ve en önemlisi de kendilerinden birkaç yüz yıl sonra aynı yerlere, Anadolu yoluyla gelecek olan soydaşları ile bir hoşgörü havası içinde geçirmeleri ile muhafaza edilmiş olacaktır.
Türk kökenli Bulgarlardan Hıristiyanlığı kabul etmeyen boylar da vardır. Bu boylar, ateşten, kılıçtan kaçmayı başarmışlardır. Onlar kimlerdir? Daha sonraki yıllarda akıbetleri ne olmuştur? Bugün, eski Bulgarların başkentliğini yapmış olan Pliska ve Preslav kasabalarının çevresi Türk köyleriyle çevrilmiştir. Bu köylerde konuşulan Türkçe ile Gagavuzca arasında büyük benzerlikler canlı bir şekilde ortadadır.

Göçlerin Başladığı Dönem
Balkanlardaki Müslümanlara karşı uygulanan zulmün ve ciddi manada göçün başlangıç tarihi 1697’den itibaren Avusturya İmparatorluk Ordusu’nun işgalleriyle başlar. “Türklerin Avrupa’daki topraklarından çıkarılması âdeta Hıristiyan âleminde bir ideoloji gibi telakki olunmuştur."

Fransız ihtilalinden sonra gelişen milliyetçilik cereyanları ve bazı durumlarda Osmanlı mahalli idarecilerinin kötü yönetimi neticesinde Sırp, Hırvat, Rum Bulgarların da bundan etkilenip Türk ve Müslümanlara karşı yaptıkları mezalim neticesinde sadece Kırım Savaşı’nın kaybedilmesiyle 1800’li yıllara kadar 500.000 kişi Anadolu ve Rumeli’nin muhtelif yerlerine göç etti. 1806–1812 yılları arasında 200 000’e yakın Müslüman, muhacir durumuna düştü.
1828–1829 yılları arasında meydana gelen Osmanlı Rus savaşında Rus ordusunun geçtiği köyleri talan etmesi üzerine Güney Trakya Türkleri de bundan etkilenerek İstanbul’a sığındılar.
Balkanlardan göçün en büyük sebebi Rusya ve onun Panslavist akımı şemsiyesi altındaki Hıristiyan Balkan devletlerindeki Türk düşmanlığı bağnazlığının sonucu esas manada mezalimler Balkan kavimlerinin isyanlarıyla başlar. Balkanlardaki istiklal hareketleriyle Müslümanlara karşı uygulanan soykırımların birebir ilişkisi vardır.
(1804, 1816, 1862, 1867, 1876) yılları Sırp ayaklanmaları, 
(1852–1864) yılları Karadağ isyanları,  
(1821–1830) yılları Yunan isyanları ve bağımsızlık, 
(1835, 1841, 1849, 1867, 1876, 1877) yılları Bulgar isyanları ve bağımsızlığı, süreçlerinin ortak özellikleri haklı ya da haksız gerekçelerle başlayıp olayın sivil ahaliye karşı bir terör ve katliam hareketlerine dönüşmesiydi. Rusların bu savaştaki belli başlı hedefleri arasında, Ege Denizi’ne kadar uzanan büyük bir Bulgaristan kurmak ve İstanbul’u da serbest bir şehir haline getirmek bulunuyordu. Savaş, çok milletli topraklar üzerinde tek milletli bir devlet kurmak” için girişilen askerî bir operasyondu.
Bu nedenle, savaşın asıl ağırlığı Tuna ve Edirne vilâyetlerinde toplanmıştır. Dolayısıyla “Doksanüç Muhacirleri”nin büyük bir çoğunluğunu bu topraklardan atılan karışıklıklar oluşturuyordu. Zülüm hareketlerinden şüphesiz en büyüğü tarihlerimize 93 harbi olarak geçen 1877–1878 Osmanlı-Rus Harbi’ndeki Rus ve Bulgar zulmünden Türkiye’ye göç edenlerin sayısı olan 812 771 kişidir.
Daha sonraki en büyük soykırım ise Balkan Savaşlarıyla, Meşrutiyetten sonra gerek iç, gerekse dış politikada İttihat ve Terakki Hükümeti’nin uyguladığı hatalarının devamında soydaşlarımızın bir bölümü anavatana göç etmek zorunda kaldılar.

Aslında başlangıçta büyük devletlerce Balkanlarda bir savaşı önleyecek tedbirlerin alınması mümkün olabilirdi. Lâkin Avrupa Devletlerinin hiç biri görünüşte Balkanlarda bir savaşı arzu etmemelerine rağmen, politikaları gereğince, Balkanlardaki ayaklanmaları önleyecek yerde, menfaatlerini koruma yoluna gitmeleri, yani siyasi hesap ve düşüncelerin insanlık idealine galip gelmesi bu savaşın çımasına yol açan en büyük etkenlerden birisiydi. Kan dökmekten bahseden Bulgarların, Balkan Savaşı sırasında, akla gelmez vahşetlere giriştiği belgelerle sabittir. Balkan savaşları neticesinde, Balkanların siyasî haritası önemli ölçüde değişti. U yeni haritada Romanya’nın, Sırbistan’ın, Yunanistan’ın hudutları tamamen, Bulgaristan’ın hududu kısmen Bükreş muâhedenâmesiyle tayin edildi. Türkiye-Bulgaristan’ın hududu kısmen Bükreş muâhedenâmesiyle tayin edildi. Türkiye-Bulgaristan sınırı da İstanbul Konferansı kararıyla tayin edilerek, bütün Balkanların yeni siyasi haritası çizilmiş oldu. I - II’ inci Balkan harbi’nde göç eden 413 922 kişi.

Avusturya’nın yaptığı çeşitli zulümler neticesinde 1880–1900 tarihleri arasında 120.000 kadar Boşnak, anavatan olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne göç etmiştir.
Daha sonraki en büyük soykırım ise Balkan Savaşlarıyla, meşrutiyetten sonra gerek iç, gerekse dış politikada İttihat ve Terakki Hükümeti’nin uyguladığı hatalarının devamında soydaşlarımızın bir bölümü anavatana göç etmek zorunda kaldılar.

Balkan Harbi sonrasında Müslüman nüfusundan 632 408 kişinin sistematik bir şekilde katledildiği ve 812 271 kişinin de 1912–1926 yılları arasında Rumeli’den Türkiye’ye göç etmek mecburiyetinde bırakıldığı ortaya çıkmaktadır ki bu veriler etnik soykırımın en önemli delilleridir.

1923’den günümüze özellikle Türk soyu ve Türk kültüründen gelen, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Pomak, Yunanistan Türkleri vb. sığınmacılar kavramından çok göçmen kavramı altında gruplandırılmış yerel yerleşim ve vatandaşlık haklarını almışlardır. Dönemin kaynaklarında Türkiye’de yeni demografik görünümün ortaya çıkmasına sebep olan bu insanlara felaketzeler “Türk-Yunan savaşında zarar görmüş insanlar”, harikzedeler “evi, ocağı yanarak savaştan zarar görmüş kesim”, mülteciler “Türkiye’ye sığınan Müslümanlar” ve şark muhacirleri “I. Dünya Savaşı’ndan beri yerleştirilememiş Kars, Erzurum muhacirleri” adı veriliyordu. Bu grubun toplam kesin sayısı bilinmesi mümkün değilse de 300 000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’ndeki Rumeli’den göç hareketlerini inceleyecek olursak nüfus itibariyle en fazla göç Bulgaristan’dan gerçekleşmiştir. Daha sonra sırasıyla Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya gelmektedir. Yapılan tespitlere göre yaklaşık olarak Bulgaristan’dan 850 000, Yunanistan’dan 500 000, Yugoslavya’dan 300 000, Romanya’dan ise 140 000 civarında insan Türkiye’ye göç ettiği Cumhuriyet dönemindeki kayıtlara geçen ve tahmini olarak ilave edilen rakamlara göre Rumeli’den gelen göçmen sayısı 1 800 000 civarındadır.

Balkanlar’dan Ortadoğu’ya uzanan coğrafya içersinde büyük acıların yaşandığı bir dönemdir. Türklerin Balkanlar’dan göçe zorlanmalarının temel nedenini Mustafa Kemal 1923 yılında Hâkimiyet-i Milliye Gazetesine verdiği bir söyleşinde şöyle açıklar: “Avrupa kavimleri arasında yerleşik olan, Türklere karşı kin ve husumet fikirleri Batı zihniyetine yerleşmiş ve bu fikirler bir hususi zihniyet meydana getirmiştir”

Sonuç
Tarihteki bütün imparatorluklar dağıldıktan sonra geride pek çok iktisâdi, siyasi ve sosyal meseleler bırakmışlardır. Bu meseleler ise, kendisinden sonra gelen devletlere intikal etmiştir. Yalnız bu meselelerin boyutları imparatorluklara göre değişim arzetmektedir.
Göçlerin sebepleri arasında yüzyıllarca egemen unsur olduktan sonra, Balkanlarının ve bilhassa kendi eski tebaalarının egemenliği altında yaşamak mecburiyetinin ağır gelmesi varsa da, asıl sebep, Türklerin kalmış oldukları bu gibi yerlerdeki yeni hükümetin ve ora halkının bunları kaçırıp, mallarını almak ve ülkenin halkını tek bir milletten ibaret bırakmak istemeleri ve bunu elde etmek için hiçbir baskı ve zulümden çekinilmemesi yönü daha ağır gelmekteydi.
Balkan Ülkelerinin daha ilk istiklallerini ilan ettikleri zaman, halka milliyetçilik ateşini hızlandırmak, kasten tahrik edilmiş olan Türk düşmanlığı günümüzde bile dost veya müttefik milletler arasında, resmi makamların hareket ve tavırları ne olursa olsun, devam etmektedir.

Romen akademisyenlerden İ. Yorga “Balkan Devletlerinin Tarihi” isimli eserinde Türkler aleyhindeki haksız ithamları reddederek diyor ki: “Fetih devrinin altı padişahı olan Orhan, Murat, Beyazıt, Birinci Mehmet, İkinci Murat ve İkinci Mehmet’in Türkleri hiçbir zaman Haçlılar devrindeki Hıristiyan taarruzlarının intikamını almak istemediler.”

Osmanlı idaresinin en büyük hatası fethettiği topraklardaki hem din ve hem de ırk itibarıyla yabancı unsurları, kuvvetine pek fazla güvenerek, adam yerine koymamış ve günün birinde, eser oldukları fikrinin aralarında uyanmasıyla istiklâllerini kazanmaya çalışarak imparatorluğun geleceği için bir tehlike teşkil edeceklerini düşünmemiş olmasıdır. Bu hatalı siyaset daha ilk fetihler devrinde başlamış, ta son dağılış yıllarına kadar devam etmiştir.
Göç öncesinde ve göç sürecinde yaşananların Balkanlar’daki Türk nüfusunu nasıl yok ettiği konusunda muhtelif kaynaklar birbirlerini teyit etmekte olup, kabaca bir hesapla; Balkanlardaki yapılan harplerle Rumeli’nin Müslüman nüfusunun, göç öncesi yapılan mezalim ve göç sürecinde yaşananlar sonunda binlerce kişi ortadan kaldırılmıştır. Balkanlar’da Türk ve Müslümanlara yapılan mezalim sonucu doğup büyüdükleri yurtlarını terk etmek zorunda kalan, göç süresinde, aileleriyle veya tek başına Türkiye Cumhuriyetine sığınan yüzbirlerce Balkan göçü kurbanlarının hatırasını saygıyla anıyoruz.

Kaynaklar
1. Y. Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin İskânı,
2.  A. Cevat Eren, Türkiye’de Göç ve Göçmen Meseleleri,
3.  J. McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Çev: Bilge Umar,
4.  Osman Keskinoğlu, Bulgaristan’da Türkler,
5.  Bosna-Hersek ile İlgili Arşiv Belgeleri (1516-1919).,
6.  McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar-Osmanlı Anadolu’sunda Nüfus ve İmparatorluğun Sonu,
7.  Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri,
8.  H. Yıldırım Ağaoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanlar’ın Makûs Talihi Göç,
9.  Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri,
10.Beğlan Toğrol, 112 Yıllık Göç (1878–1989) – 1989 Yazındaki Üç Aylık Göçün Tarih Perspektif İçinde Psikolojik İncelemesi,
11.Şerafeddin Yücelden, “Yugoslavya Türkleri”,
12.Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük I, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları,
13.Mehmet Türker, “Zulmün Ateş Çemberi”, ikinci Baskı,
14.Mehmet Türker’, Belene Adası, “Zulmün ateş çemberinden belene adasından anılar”,
15.Bill N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri,
16.Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri 1877–1890,
17.Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü, Balkanlar’daki Türk Kültürü’nün Dünü-Bugünü-Yarını,
18.Bulgaristan ve Balkanlar, Plamen S. Tsvetkov,
19.Yalçın Bayer, Yeter Söz Milletin, Balkanlar’daki göç mezalimini unutma, Hürriyet Gazetesi,
20.Bill N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri,
21.Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri 1877–1890,
22.Yard. Doç. Dr. Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912–1913)
23.Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları,
24.F. Armaoğlu, Siyasî Tarih (1879–1960),
25.Üçok Çoşkun, Siyasi Tarih Dersleri,
26.İkdâm Gazetesi, 5956, 8 Eylül 1329 (21 Eylül 1913). S. I (“Balkanlar’da Türk Unsuru” adlı makaleden alınmış olup, yazarı belirsizdir).
27.Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük I, 
28.Burhan Aytekin, 1989 Yılı Göçünün 21. Yıldönümü,Balkanlar’daki Göç Zulmü Kurbanlarının Hatırasını Saygıyla AnıyoruzBulgaristan Türklerinin tabi tutulduğu zorunlu göçün 21. yıldönümüEdirne Yenigün Gazetesi, 10 Mayıs 2010, s.13.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder