Sayfalar

9 Kasım 2010 Salı

Kabotaj Bayramı


Atatürk’ün Deniz Sevgisi,
Endüstrileşmek ve Denizcilik

Kabotaj, bir devletin kendi limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkıdır.
Türkiye’de 1 Temmuz günü Kabotaj Bayramı olarak kutlanır.
19 yüzyılda Osmanlı Devleti’nde demiryollarında olduğu gibi denizyolu ulaşımında da taşımacılık, liman yapımı ve işletmeciliği yabancı sermayenin yoğun olarak etkinlik gösterdiği bir alandı.
1926 yılının 1 Temmuzuna kadar ne şehirlerarası, ne şehir içi çalışan vapurlarımız ne de yük taşıyan ticaret gemilerimiz vardı. Bununla beraber gemilerimiz olsa dahi bütün deniz yolları ve işletme hakları başta İngiltere ve Fransa olmak üzere büyük Avrupa devletlerine verilmişti. Bu büyük imtiyazların verilmesinin sebebi ise Avrupa devletlerinin ülkemizdeki denizcilik alanındaki limancılık, yükleme, boşaltma, yakıt, su, kumanya ikmali, römorkör, onarım gibi hizmet ve faaliyetlerimizi yetersiz buluyor olmalarıydı.
Başlangıçta, denizciliğin gelişmesi ve Osmanlı Devleti’nin bu büyük pazardan kazanç sağlaması amacıyla padişahlar tarafından Avrupa Devletleri’ne verilen bu imtiyazlar, dünyadaki hızlı ekonomik gelişme süreci içerisinde, sömürgeleştirme politikalarının temel dayanaklarını oluşturacaktı.
Özellikle denizcilik, ne kadar çok çalışılırsa o kadar öğrenilen bir zanaattır. Fakat imtiyaz sahibi olan yabancılar kendi sermayeleriyle kurdukları şirketlerde kendi vatandaşlarını çalıştırıyor ve her geçen gün sermayelerini büyütürken yetişmiş elemanlarını da arttırıyor olmaları, mesleği denizci olan ve geçimlerini bu işten çıkaran insanlara çok büyük zarar veriyor ve daha da kötüsü yeni denizcilerin çıkmasını engelliyordu. Kabotaj hakkının yabancılara bırakılması nedeniyle, Türk gemiciler kendi karasularında gemi işletemeyecek duruma düşmüştü. Osmanlı kıyılarında yürütülen balıkçılık bile yabancıların eline geçmişti.
Bu durumun böyle sürüp gidemeyeceği anlaşılınca 1912 yılından itibaren başlayan, Kabotaj hakkımızın geri alınması girişimleri, 19 Nisan 1926 tarihinde T.B.M.M’de yayımlanarak yürürlüğe giren 815 sayılı Türkiye Sahillerinde Nakliyat-ı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlarda Kara Suları Dâhilinde İcra-i Sanat ve Ticaret Hakkında Kanun” ile yabancı bayraklı gemilere kabotaj yasağı getirildi. Yani Türkiye sahillerinin bir noktasından bir noktasına yük ve yolcu taşıma, kılavuzluk gibi her türlü liman hizmetlerini, Türk bayrağını taşıyan gemilere tanındı. Yabancı bayraklı gemilerin yabancı ülkelerden getirdikleri yük ve yolcuyu Türk limanlarına boşaltabileceklerini ve Türk limanlarından ancak yabancı ülkelere gidecek yük ve yolcu alabilecekleri esasına bağlandı. Karasuları içinde deniz avcılığı, kum ve çakıl çekme işi, batmış veya yüzeyde bulunan kazazede deniz taşıtlarının çıkartılması ve boşaltılması, dalgıçlık, arayıcılık, kılavuzluk, deniz bakkallığı, Türk bayrağı taşıyan gemilerde kaptanlık, çarkçılık, kâtiplik, tayfalık ve işçilik, iskele, rıhtım hamallığı ve her türlü deniz esnaflığı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına tanındı. Yabancıların bu faaliyetleri icra edebilmesi ise hükümetin iznine bağlandı.
Deniz taşımacılığının millileştirilmesi sürecindeki bu çok önemli adımı, denizcilikle ilgili imtiyazlı taşımacılık, liman hizmetleri alanlarında faaliyet gösteren işletmelerin millileştirilmesi izledi.
1939 yılından itibaren de 1 Temmuz günü Kabotaj ve Denizcilik Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Kıyı şehirlerimizde Kabotaj Bayramı kutlamaları genellikle iki bölümden oluşur. Bayram kutlamalarının ilk bölümü resmi bir nitelik taşır. Bando eşliğinde İstiklal Marşı’nın söylenmesini, göndere bayrak çekilmesi, anıtlara çelenk konulması, saygı duruşu ve günün anlam ve önemini belirten konuşmaların yapılması izler. Kabotaj Bayramı kutlamalarının ikinci bölümü ise daha denize özgü gerçekleştirilir. Deniz taşıtları geçit resmi düzenler, gece de ışıklandırılırlar. Bayrama daha çok bayram havasını katan yüzme, yelken, kürek ve yağlı direkte yürüme gibi yarışmalar düzenlenmektedir.
Cemal Kutay’ın anlatımıyla; Gazi Mustafa Kemal, denizi çok severdi. Bu sevgi, bir kıyı şehri çocuğu olması, tabiat güzelliklerine âşık hassas ruhunu tatmin etmesi gibi manevi faktörlerin yanında, Yarımada Türkiye’nin emniyeti bakımından, devrin ünlü askeri olmasının tabi icabıydı ve Cumhuriyetin ikinci yılında, müstakil bir “Bahriye Vekâleti=Deniz İşleri Bakanlığı”Başvekil İsmet Paşa ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Müşir Fevzi Paşa’nın “Deniz Müsteşarlığı” kurulması kararında, nı tercih etmelerine rağmen, o yılların pek mütevazı bütçesi içinden müstakil Bahriye Vekâletini teşkil etti.
27 Mayıs 1919’da Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, denizin yüzünü, taa Büyük Zafer’e kadar görmedi. Rahmetli Başyaveri Cevad Abbas anlatırdı: Yunan Ordusunu, milletine söz verdiği gibi vatanın harim-i ismetinde boğduktan sonra, bu zaferin bünyesinde dünyaya kabul ettirmeye savaştıkları kendi sistemlerinin de yıkıldığını gören 1914–1918 Cihan Savaşı galiplerinin mümessilleri, sulh şartlarını öğrenmek için Mustafa Kemalden bir randevu istemişlerdi. Mustafa Kemal, 10 Eylül 1922 tarihi için onlara, Nif’de buluşalım, dedi. Bugün adı, böylelikle “Mustafa Kemal Paşa” olan bu şirin ilçemizde Mustafa Kemal hazırdı, fakat daveti isteyenlerden kimse yoktu. Muzaffer Başkumandan o günü istila altındaki bütün Ege kasabaları gibi yıkılmış ve yanmış Nif’te (bugünkü ismiyle M. Kemalpaşa) geçirirdi. Bu bekleme saatlerinde Gazi, başyaverinin İzmir’i aşarak Urla yarımadasına sarkan atlılarının kurtardıkları her kıyının müjdesine gurur ve hatta minnetle yaşaran gözlerle kalbinde yer ayırırken şöyle demiş:
-Cevad Abbas!... Deniz sadece burnumda tütmüyor, hasretini yüreğimde de duyuyorum.”
Ve ertesi gün, o meşhur Ahlatıbel’e eriştikleri zaman, bugün kır kahvesi olan tepeye çıkmış, tek başına ve sessiz, ufukta şerit halinde uzanan denizi birkaç dakika seyretmişti.
Mustafa Kemal denize büyük bir sevgi duyar ve deniz sevgisini tüm Türk ulusuna aşılamaya çalışırdı.
Büyük önderin denizde yapılan yarışları izlemeye gelmesi hiç kuşkusuz denizciler içinde ayrı bir heyecan şevk ve gurur kaynağı olurdu. Denizi medeniyet olarak gören Mustafa Kemal, denizciliğin gelişmesi için de deniz sporlarının temel olduğunu düşünürdü.
Gazi’nin bilfiil yaptığı üç spor vardır. Askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü binicilik, İstanbul’da geçirdiği yaz tatillerinde devamlı olarak uğraştığı yüzme ve zaman zaman da kürek sporları.

TBMM’de Yaptığı Konuşma
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937 tarihinde Büyük Millet Meclisi Beşinci Dönem Üçüncü Toplama Yılı Açılış Konuşması. (Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı 1933. Prof. Dr. Afet İnan)
Endüstrileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit endüstriyi kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zorunluluktur.
Endüstrileşme karar ve hareketimize paralel olarak, bugünkü kanunlarımızda düşünülecek değiştirmeler ve eklenecek bazı yeni hükümler vardır. Bunların başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz: Sermayesi’nin tamamı veya büyük kısmı devlete ait, ticari - sanayi kurumların mali kontrol şeklini; bu kurumların bünyelerine ve kendilerinden istediğimiz ve isteyeceğimiz ticari ulusal ve anlayışla çalışma ilkelerine göre süratle düzenlemek....
Mevcut Gümrük tarifeleri Kanununda da bugünkü politika ve eğilimlerimize uygun tedbirleri almak gerekir. Diğer önemli nokta, memlekette özellikle bazı bölgelerde, göze çarpacak önem kazanmış olan, hayat pahalılığı konusu ile uğraşmak.... Bunun için ilmi bir araştırma yaptırılmalı ve tespit edilecek sorunlar ile radikal ve planlı şekilde mücadele edilmelidir.
Küçük esnafa ve büyük sanayicilere ihtiyaç duyacakları kredileri, kolayca ve ucuza verecek bir örgüt kurmak ve kredinin normal şartlar altında, ucuzlatılmasına çalışmak da çok gerekli işlerdendir.
Türkiye’de devlet madenciliği, milli kalkınma hareketleriyle yakından ilgili, önemli konulardan biridir. Genel endüstrileşme anlayışımızdan başka, maden arama ve işletme işine; her şeyden önce, dış ödeme imkânlarımızı, döviz gelirimizi artırabilmek için devam etmek ve özel bir önem vermek zorundayız. Maden Tektik ve Arama dairesinin çalışmalarının, büyük ölçüde geliştirilmesini ve bulunacak madenlerin, rantabilite hesapları yapıldıktan sonra, planlı bir şekilde hemen işletmeye konulmasını sağlamamızı gerekir.
Ekonomik bünyemizdeki gelişme, deniz ulaşım araçları ihtiyaçlarını her gün arttırmaktadır. Yeni gemiler inşa ettirmek ve özellikle eski tersaneyi, ticaret filomuz için, hem onarım hem yeni yapı merkezi olarak çalıştıracak çareleri sağlamak gerekir.
Arkadaşlar; En güzel coğrafi durumda bulunan, üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri denizci millet yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmayı bilmeliyiz.; Denizciliği Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.
Ekonomik Kalkınma; Bağımsız ve Egemen Türkiye’nin, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir. Türkiye bu kalkınmada, iki büyük kuvvet serisine dayanmaktadır.: Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafi durumu; bir de Türk milletinin, silah kadar, makine da tutmaya yaraşan kudretli eli ve milli olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştirir bir güçle beliren yüksek sosyal benlik duygusu...
Özetleyecek olursak Dünyanın en güzel denizlerine, en uzun kıyılarına sahip ülkemizde ve dünya denizlerinde Türk Bayrağı’nın önemini kavrayarak bir denizcilik bakanlığının kurulması dileğiyle.

Kaynaklar



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder