İstiklâl Marşı’nın
Meclis’te Kabulü
Milletin heyecanın yükselterek moral verecek, işgalciye karşı savaşta duygularını ifade edecek bir marş için Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan yarışmaya, yurdun her tarafından şiirler yağmış, ama bunlardan yalnızca altı tanesi ön elemeyi geçecek nitelikte görülmüştü. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, bu şiiri en iyi yazacak kişinin “Safahat” yazarı Mehmet Akif olduğu kanısındaydı. Ama o da, para ödülü olan bir yarışmaya girmeyi doğru bulunmuyordu. Hamdullah Suphi, 5 Şubat 1921’de, Mehmet Akif’e bir şiir yazması için ricada bulunduğu bir mektup gönderdi:
Bu mektupla birlikte, Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey de devreye girecek ve yakın arkadaşı olan şaire, para ödülünün kaldırıldığını söyleyecekti. Bunun üzerine, İstiklâl Marşı olacak şiir, 48 saat içinde Mehmet Akif tarafından yazılacak imzasız olarak seçici kurula gönderilecekti…
Şiirle ilgili konuşmalar ve oylama, Meclis’in 12 Mart 1923 günü öğleden sonraki oturumda yapıldı. Uzunca tartışmalardan sonra, İstiklâl Marşı, çoğunlukla kabul edildi.
Kırşehir Milletvekili Müfid Efendi, bu marşın, Hamdullah Suphi tarafından kürsüde tekrar okunmasını, Konya Milletvekili refik Koraltan da “milletin ruhuna tercüman olan” marşın ayakta dinlenmesini teklif etmiş, 12 Mart 1921’de İstiklâl Marşı ayakta dinlenerek, resmen Millî Marş olmuştu…
İstiklâl Marşı
Sözlerini Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklâl Marşı 12 Mart 1921’de TBMM’de İstiklâl Marşı olarak kabul edildi. Marşın bestesini ise Zeki Güngör gerçekleştirdi.
Milli Eğitim Bakanlığı Milli Marş için bir yarışma düzenlemişti. 500 Lira ödüllü bu yarışmaya, 500’den fazla şair, 724 eserle katılmıştı. Ama seçilecek olan, bunların arasında değildi.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak,
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen karlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarı!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı:
Düştüğün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hûda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sende şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder