Sayfalar

30 Haziran 2011 Perşembe

30 Haziran 2011 Türk Spor Kurumu

  
Türk Spor Kurumu

18 Şubat 193629 Haziran 1938
Devletin Spor Yönetimine 
Ağırlığını Koyduğu Dönem

Cumhuriyet dönemi spor tarihimizin felsefesini ve gelişimini inceleyebilmek için tarih içinde kısa bir yolculuğa çıkmamız gerektiğinde Türk Sporu’nda günümüze gelene kadar önemli evreleri aşağıdadır.
22 Mayıs 1922–18 Şubat 1936 Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı.
18 Şubat 1936–29 Haziran 1938 Türk Spor Kurumu.
29 Haziran 1938–21 Mayıs 1983 Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü.
3 Kasım 19269–13 Aralık 1983 Gençlik ve Spor Bakanlığı.
13 Aralık 1983–18 Mart 1989 Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı.
21 Mayıs 1989-İlk Değişiklik: 18 Mart 1989 3289 Sayılı Beden Terbiyesi ve Spor Genel Müdürlüğü Yasası.
18 Mart 1989 ) Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü

1923–1930 döneminde özel girişime sağlanan geniş olanaklara, uygulanan geniş teşvik tedbirlerine rağmen ekonomik hayatta geniş teşvik tedbirlerine rağmen ekonomik hayatta ancak çok sınırlı bir genişleme ve gelişmenin elde edilmesi paralelinde, «Türk sporunda başlı başına bir reform yaratmış olmakla beraber, asli vazifeleri olan kulüplerimizin müşterek faaliyetini tanzim ve yurda spor ve spor aşkını tamim ve telkin davalarını TİCİ başaramayınca, devlet müzahir rolüne müdahil vasfını d eklemek mecburiyetinde kalacaktır»
TİCİ’nin Sekizinci Umumi Kongresi 13 Şubat 1936 tarihinde ilk oturumunu yaptığında, bunun, aynı zamanda, özel kulüplerin kendiişlerini yönetmek için kendi aralarından kendi özel yöneticilerini seçtikleri son TİCİ kurultayı olacağı anlaşılmıştı. Kulüpler arası çekişmelerin «çetecilik» olarak eleştirildiği, TİCİ’nin «desantralize» yapısıyla sporu geliştirip yaymanın mümkün olmadığının savunulduğu beş günlük kurultayın sonunda. 18 Şubat 1936 oturumunda peş peşe alınan kararlarla, önce TİCİ’nin adı «Türk Sporu Kurumu» olarak değiştirildi, hemen sonra da «kurumun doğrudan doğruya Cumhuriyet Halk Partisi’ne bağlanması heyet-i umûmiyece Parti Başkanlığından istirham edildi». O denemin gazetelerinde CHP’ye yapılan kırk imzalı «katılma» başvurusu diye yazılmıştı.
Bu başvuru, Türk Spor Kurumu’nun hem ideolojisinin, hem örgüt yapısının, hem tarihsel işlevinin en özlü ifadesidir. İdeolojisi, o tarihlerde ulusal ekonomiyi «denememiş» özel girişimciliğin alternatifi olarak merkezi biçimde, devlet eliyle planlayan ve devlet kuruluşlarına dayandıran «devletçilik» anlayışının spordaki uzantısıdır. Örgütsel yapı ve bağlantıları yönünden, «bütçeleri ve çalışma programları gibi esaslı işleri Parti Genel Sekterliğinin tensip ve tasviplerine sunan, ehemmiyetli görülen meseleler hakkında Parti’den direktif alan, Vali ve Parti başkanlarının spor bölgeleri başkanlıklarını da deruhte ettikleri» bir parti yan-örgütüdür. İlk andaki işlevi de, tek-parti yönetiminin denetim ve gözetiminde, geniş kitlelere ülke çapında spor yaptırmaktır.
Ancak, TİCİ kurucularından Burhan Felek’in yıllar sonra bilettiği gibi, «parti politikası, hele partili kimselerin şahsi hırs ve emelleri spora karışınca, partili spor teşkilatı ancak iki sene gidebilecek, her spordaki olumsuz hadise partiye sıçrayacak, parti bu yüzden sporu bünyesinden atmak isteyecek, ama bu sefer de serbest bırakmayıp hükümete bağlayacaktır». Bu oluşumlar çerçevesinde, «yarı-resmi» olarak kurulan ve kalıcı biçimde tek-parti yönetiminin yan-örgütü olarak çalışması tasarlanan TSK’nın, kalıcı bir yapı olarak değil, ideolojisiyle, yönetimiyle, tarihsel işleviyle, bir partisince yönettiği TSK döneminden doğrudan doğruya devlet yönetimine girdiği BTGM dönemine uzanır.
TSK’nın bu ideolojik temeline rağmen, yönetim yapısı, bazı bakımlardan, yerini aldığı TİCİ’nin uzantısıydı. Bu bakımdan, «ara rejim» ya da «geçiş dönemi» olarak nitelediğimiz TSK dönemini bir tür «arayış dönemi» olarak da değerlendirebiliriz.
Adını değiştirip tek-parti yönetimine bağlanmakla birlikte «özel hukuk tüzel kişisi» olma niteliğini sürdüren TSK’nın en önemli açmazı, dönemin özel koşulları çerçevesinde, üç örgütsel işlevi birden üstlenmek zorunda olmasıydı.
Beden eğitimi ve spor yaptıracak, onları örgütleyip ülkeye yayacaktı.
Tıpkı ulusal birliğin tek merkezden, Ankara’dan örgütlenmesi gibi, «asıl merkez, tabii merkez» Ankara’dan Türkiye’nin spor birliğini sağlayacak, planlayacak, disiplin altında tutacaktı.
Yeni dönemde, spora, «Türk gencini, Türk yurttaşını yurt düşmanlarına karşı kavgada, gerek tek başına kavgada ve gerekse birlikte kavgada üstün kılacak, gelecek meydan savaşlarında Türk ordusuna çevik, yürekli, kahraman, ateşli, anlayışlı, söz dinler dayanıklı elemanlarla dolduracak» olan bir eğitim aracı gözüyle bakılmaya başlamıştı.
TSK’nın kendisine verilen bu üçlü görev yapısını, çok az değiştirerek TİCİ’den devraldığı yönetim yapısıyla uzlaştırması çok güçtü. Sorun «taşra örgütlenmesi» adıyla anılan ülke çapında örgütlenmede değildi. «il» esasına dayalı «idman mıntıkası» TİCİ modeli, küçük bir uyarlamayla, «spor bölgesi» adını almış, bölge (il) başkanlıklarına valiler getirilmiş, «Umumî Müfettişlik» kurumuyla çakışacak biçimde birkaç ili kapsayan «spor çevreleri»’nin kurulması öngörülmüş, valilerin, parti örgütlerinin, Halkevleri gibi yan kuruluşların çabalarıyla, TİCİ döneminin sonlarında 22 olan «örgütlenilen il» sayısı kısa sürede 62’ye çıkarılmıştı.
TİCİ’nin adı ve ideolojisi değişmişti, ama, TİCİ Sekizinci Umumi Kongresinde, «aralarındaki kıskançlılar ve rekabet dolayısıyla spor âlemine kavgalı, gürültülü, ruhları çok fena surette tırmalayıcı bir renk vermekle suçlanan» sor kulüpleri yine spor yönetimine egemendi. Yaşanan olaylar daha önce görülmemiş öylesine boyutlara ulaştı ki, tek-parti yönetimi bile TSK’nın bütünlüğünü koruyamadı.
Kulüplerarası rekabete bir de siyasal çekişmelerin eklendiği 1936–1938 döneminde, TSK’nun çöküşüne, sporun devlet denetiminden devlet yönetimine geçişine yol açan gelişmelere, «spor olayı» değil de, «spor sahalarında meydana gelen siyasal olaylar» demek daha yerinde olur. Bu bakıldığında, TSK Dönemi süresince neredeyse günübirlik olaylar yaşandı. Hem de, asıl yapılması gerekenin spor olduğunu unutturan olaylar.
TİCİ döneminin sonunda, biraz olsun kurumlaşmaya başlayan «futbol ligi» yapısı, «Ankara’nın İstanbul’daki Temsilcisi» Güneş’e yer açabilmek için esnetilmiş, 1937–1938 mevsiminin üç kulübün puan eşitliğiyle kapanmasından sonra, mevsim başında öngörülmeyen bir düzenlemeyle, Güneş averajla şampiyon ilan edilmişti.
Tek-parti yönetimi, sonra bir çabayla, spor bölgesi başkanlıklarına CHP il başkanlarını atayarak spor yönetimini toparlamaya çalıştı. TSK’nın yapısı buna uygun değildi, hem en küçük olaylar ve sporda başarısızlıklar CHP’ye yansıtılıyordu, hem dünyanın artık bir büyük savaşında eşiğine geldiği anlaşılmıştı.
15 Nisan 1936 gününden itibaren Türk sporu siyesi bir partiye bağlandı. Kurumun illerdeki temsilcileri aynı zamanda parti il başkanlarıydı. Tüm sporcuların CHP’ne üye olmaları istendi.
19 Mayıs 1936 gösterilerinde gençler CHP’nin parti bayraklarıyla tur atmıştı. Türk sporunun partizanlık içine alındığı gösteren bu hareketler Atatürk’ü rahatsız etmişti.
1936 Berlin Olimpiyatları’nda Türk sporcular da altı okla ülkemizi temsil ediyordu. CHP’nin spordaki baskıcı tutumu en güzel şekilde gösteriyordu.
29 Ekim 1936 günü bütün yurtta sporcular ellerinde Türk ve parti bayrakları ile geçit resmi yaptılar ve törenlerle parti üyesi oldular.
Bu modelin Almanya’daki “Jugend” (gençlik) modeli ile benzediği Atatürk’ün gözünden kaçmamıştı. Hemen Atatürk’ün emriyle sporun yönetimini devlete vermek üzere çalışmalara başlandı.
Atatürk istiyordu ki devlet sporcusuna sahip çıksın, uluslar arası organizasyonlara katılması ve oralarda başarılı olması için onlara yardımda bulunsun. Fakat CHP yönetimi, kısa süre sonra “Mademki parayı biz veriyoruz; o halde sporun yönetimini de biz yapalım” havasına girdi ve bu yönde uygulamalara başladı. Bu durum üzerine
29 Haziran 1938’de Atatürk’ün direktiflerini Meclis’te dile getiren İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, “Spor, devletin işidir. Onun içindir ki bu işi bütünüyle devlete veriyoruz.” demiş ve çıkarılan Beden Terbiyesi Kanunu ile spor CHP’nin elinden alınarak devlete ait kılınmıştır. Bu kanun ile Türk Spor Kurumu’nun Beden Terbiyesi ismiyle yurt sathına yayılması ve boş zamanlarda beden terbiyesi faaliyetlerinin mecburi kılınması da kabul edilmiştir.

Sonuç
Devlet, her Türk vatandaşının beden ve ruh sağlığını geliştirmek amacıyla sportif hizmet ve faaliyetleri yürütmek, geliştirmek ve yurt sathına yaygınlaştırmak görevini merkezi idareye bağlı GSGM vasıtayıysa üstlenmiştir. Devletin bu sorumluluğu bizzat üstelenmiş olması, sporun bir devlet politikası olarak ele aldığını göstermektedir.
Günümüzde, Türkiye’de spor, merkeziyetçi bir anlayışla devlet eli ile sevk ve idare edilmektedir. Oysa Avrupa ülkelerinde sporun sevk ve idaresi federatif örgütler ve günülü kuruluşlarca yapılmaktadır. Bu durumda devlet, sporun finansmanını sağlamak durumunda kalmıştır. Devlet bütçesinden Türk spor kuruluş GSGM’ye aktarılan kaynakların yeterli olmadığı ve GSGM’nin makro planlama ve hedefleri gerçekleştiremediği gibi verilen sportif hizmet ve faaliyetleri de yeterli düzeyde yerine getiremediği bilinmektedir.
Devletin, beklenilen sportif hizmet ve faaliyetleri yerine getirebilmesi için yönlendirici ve özendirici, destekleyici ve denetleyici olduğu dolayısıyla spor hizmetlerinin gönüllülük esasına göre sivil toplum örgütleri, merkezi idareden bağımsız olarak oluşturulmuş spor federasyonları ve onları oluşturan spor kulüplerinin özel ve tüzel kişilere bırakıldığı yeni bir spor yönetimi modeli benimsenerek sporun finansmanı, sadece ilgili bakanlık ve olana bağlı GSGM’in göstereceği performansa bağlı olmamalı, diğer bakanlıklar, kamu kuruluşları, üniversiteler, özel sektör kuruluşları ve gönüllü kuruluşlarla işbirliği sağlanarak tüm kesimlerce sağlanmalıdır.
Sporda ileri ülkelerde olduğu gibi spor saha ve tesislerinin yapım, bakım, onarım ve işletmesinde mahalli idarelere yetki ve sorumluluk verilmelidir. Bunun için süratle yönetim uygulamalarına, finansal kaynakların aktırılmasına ve araştırmaya yönelik çalışmalar yapılmalıdır.

Kaynaklar
        -   Rüştü Dağlaroğlu, Haluk San, Türk Futbol Tarihi, Türk Ticaret Bankası Yayınları, Ankara–1960, s.12
        -   TMOK Dergisi, No. 32, s.5–6.
        -   Prof. Dr. Kurthan Fişek, 100 Soruda Türkiye Spor Tarihi,Birinci Baskı Mart-1985, s. 119-120
        -   Yiğit Akın, “Güz ve Yavuz Evlatlar” Erken Cumhuriyet’te Beden Terbiyesi ve Spor, İletişim Yayınları-Birinci Baskı 2004
        -   Rıza Sümer, Sporda Demokrasi Belgeler/Yorumlar, Şafak Matbaası-Üçüncü Baskı Haziran 1990, s.31

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder