Bulgaristan’da
yaşayan saygıyla andığım sanatçı dostum Kamber Kamber’in bir yazısını bu gün
yayınlıyorum.
Türkülerimiz
Kamber
Kamber
Yorgun argın işten
döndüğünde, kendini koltuğa bırakıp radyonun düğmesine basarsın ve içeriye
gönlünü rahatlatıcı güzel bir müzik yayılır. Buna bir de kahve veya çay eşlik
ederse yorgunluğunu unutursun.
Müzik, en çok haz
duyulan, bize en kolay ulaşan, hayatımızın vazgeçilmez sanat ürünüdür.
Dinlerken insan her şeyi unutur, o melodinin güzel nağmeleri ve türkünün içli
sözleri bizi bilmediğimiz, farkına bile varamadığımız bir yerlere götürür,
oralarda güzel anılar yaşatır.
Peki dinlediğimiz
müzik ne türden, bizi tatmin ediyor mu, atalarımızdan kalan güzelim
türkülerimize sahip çıkabiliyor muyuz acaba?
1957 yılından beri
(1985-89 dönemi hariç) Sofya (Türkçe) radyosundan kulağımı hiç ayırmadım.
Rodop, Tuna, Deliorman, Dobruca v.b. yöre türküleriyle büyüdük, hayata atıldık,
olgunlaştık ve bu zamanlara eriştik. Hala da ömrümüz elverdikçe haşir neşir
olmaya devam edeceğiz.
Atalarımızdan bizlere
kalan türküler, halk türküleri, yani halkın emeği ile bizlere ulaşan halkın
sanatı ve ürünü sayılır, genelde insan sevgisini, aşkı, gurbeti, doğa
güzelliklerini, tek sözle halkın yaşamını yansıtır türkülerimiz. Her biri ana
sütü kadar temiz, kaynarca suyu kadar duru. Uzun kış gecelerinde, gelinlik
çağına gelen kızlar çeyiz hazırlığında, işlemelerine yanık türkülerle
yüreklerini de dokuyorlar. İşte tam bu şekilde kalmalılar türkülerimiz, bozulmadan,
müdahale edilmeden, tertemiz halkın yarattığı gibi. Maalesef birçok türkümüz
1985 dönemine kadar kimliğini yitirdi. Nasıl mı diyeceksiniz? Herhangi güzel
sesli bir ozanımız yaşadığı yörede yaşlılardan duyduğu bir türküyü kayıt için
Sofya radyosuna başvurduğunda, türkünün müzik kısmı bilinçli olarak deforme
ediliyordu. Yani türkünün sözlü melodisiyle, sazlı melodisi arasında bağ
kopuyordu. Böylece, müzikle metin arasında uyum sağlanamıyordu. Ankara ve
İstanbul radyosu türkülerine benzemesin diye güya, totaliter rejim kadroları bu
ayrıntılara kadar girdiler, kasıtlı olarak yapılan bir şeydi. Nice başarılı
sanatçılarımız saf dışı bırakıldı, türkü kayıtları yapılmadı. Başlıca amaç
kültürümüzü bozmak ve ortadan kaldırmak. Bu konuları rahmetli Osman abi ve başka
sanatçılarla zaman zaman, içimizdeki sızıyla paylaşıyorduk.
Şu an Sofya
radyosunda bu türden onlarca türkü var. Her gün yayınlarda kulağımıza ulaşıyor.
Bu türküleri söyleyenler beni mazur görsünler suç onların değil, ama kulağa hoş
gelmiyor, uyumsuz oluyor.
Sanatçı her zaman
toplumun birkaç adım önünde yürüyen kişi sayılır, o ürününü, sanat uğruna
başarılı şekilde topluma sunar ki toplumumuz gelişsin, kültürümüz de
zenginleşsin diye.
Sofya radyo arşivinde
4200 civarında türkü, şarkı ve oyun havası türünden müzik eserleri olduğunu
birkaç defa işittim. Önerim şu olacak, acaba sponsor bulup, konservatuar mezunu
üç uzmandan ibaret komisyon bunları dinleyip, gözden geçirse fena olmaz
zannımca. Bu konuda müzik uzmanımızda yok değil - Fahri Nur, Orhan Murat, Sunay
Çalıkov gibileri mesela^. Halkımıza daha kaliteli türküler sunulacak, çünkü
halkımız buna layık.
Yerli, güzel sesli,
seviyeli yorumuyla çok başarılı türkücülerimiz olduğundan gurur duymalıyız.
Maalesef onların eserleri kayıt yapılıp, radyo arşivine giremiyor.
Türkülerimizin gelecek nesillere de aktarmamız gerek. İyi ki, Şumnu, Rusçuk,
Burgas, Kırcaali v.b. yerlerde Türk Kültür dernekleri mevcut, kültürümüzü
ayakta tutmaya çaba gösteriyorlar. Artık Türk tiyatrosu için konuşamayız, çünkü
her ikisi de yok olmaya mahküm.
Radyo çalışanlarından
ricam olacak, tabii affınıza sığarak – şu çalga denilen türden, yani pop folk,
Türkiye popçularından v.s. eser demeye bile dilim varmıyor, dinleyici için çok
değerli zamana almayalım. Arzu eden onları bir sürü televizyon kanalından
istediği kadar dinleyebilir.
Rayna İvanova Hanım
çoğu zaman sabah yayınlarında haberle yorum arasında 5-6 dakikalık zamanda
Bulgarca türkü sunuyor dinleyiciye. Hiçbir müziğe karşılığımız yok, ama bizim
yerli türkülerimizin zamanı çalınmasın nolur. Kaç yıldır hasretiz bu türkülere,
zaten Türkçe yayın saatleri de yetersiz. Böyle devam edildiğinde, hayatta
olmayan sanatçılarımızın kemikleri, biz dinleyicilerin de yürekleri sızlar.
Radyo çalışanları
çoğu zaman kendi tercihleri olan müziği (pop folk) sunuyor dinleyiciye. Oysa
tam gerçek halk türküsünde, kendimizi aldatmayalım.
Zaten neyimiz kaldı
ki, camilerimize saldırılıyor, kültürümüze müdahale ediliyor, bir tek sabah
kalktığımızda doğan güneşe sevinebiliyoruz ancak.
Radyo arşivinde,
Kadriye ablamızdan – 200 tane, Osman abiden de 300 tane türkü olduğuna dair söz
geçiyor programlarda. Peki, her iki sanatçıdan dinlediğimiz türküler 25 – 30
taneyi geçmez. Dinleyiciler bu sanatçılarımızın diğer türkülerini de merak
ediyorlar, arzuluyorlar, nolur onlar da sunulsa dinleyiciye iyi olur sanırım.
Üzücü bir olay ki,
bazı türkülerimizi başkaları sahipleniyor. Örneğin Arif Şentürk – “Feride ile
Yusuf” türküsünü Makedonya eseri diyor, TRT sanatçılarında biri “Arda boyları”
türküsünü, Çanakkale yöresinden çıkarıyor, “Yunan çeşmesi” türküsünü Zonguldak
yöresine ait olduğunu söyleyen sanatçılar var v.s.
Sunucu Şevkiye
Çakır’ı, eski türküleri bulup gün yüzüne çıkardığından dolayı takdir ediyoruz,
dinleyici olarak. Yıllarca özlemini çektiğimiz türküleri tekrar dinleyebilmek
güzel bir duygu. Bazen, Zeki Müren, Fatma Yamacı, Yüksel Özkasap v.b.
sanatçıların eski eserleri dinleyiciye merhem gibi geliyor.
Her zaman bilmeliyiz
ki, hatır için sanat ürünü yapılmaz. Sanatsal değeri olmayan eser, eser
sayılmaz, ömrü de kısa olur. Sanat sevgi ister, bilgi, yürek ister ve
yorulmadan emek ister. Kültürümüzü koruyup, ona sahip çıkalım ve gelecek
nesillere de atalarımızdan aldığımız gibi bozmadan, aktaralım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder