Balkanlar’daki
Göç Zulmü
Kurbanlarının Hatırasını
Saygıyla
Anıyoruz.
Bulgaristan Türklerinin tabi tutulduğu zorunlu göçün 22.
yıldönümü
Türk coğrafyasının
Orta-Asya derinliklerinden kopup Anadolu’ya gelen, Anadolu’dan- Balkanlara
gidiş, Balkanlardan tekrar Türkiye Cumhuriyetinin topraklarına dönüş sürecine
uzanan çarpıcı bir yaşam öyküleri…
Osmanlı fetihlerinin
tamamlandığı, 1398’den sonra bahsedebiliriz. Osmanlıların Balkanlara geçişleri,
Avrupa’ya yönelişleri tarihçiler tarafından oldukça iyi işlenmiş bir konudur.
Ancak bu konu, işlenirken bol miktarda abartılara yer verilir. Sübjektif
değerlendirmeler yapılır. Konu istismar edilip güncel çıkarlar doğrultusunda
tarih ve ders kitaplarına da yansıtılmıştır.
XIV’üncü yüzyılın
ortalarından başlayarak Anadolu’dan Balkanlara göç eden atalarımız Türk nüfusu
bu süreç içinde adım adım bu verimli yörelere yerleşerek üretimi arttırdılar.
XIV’üncü yüzyılın ortalarından XIX’uncu yüzyılın ortalarına kadar sistemli bir
şekilde devam edildi. Bu topraklara sahip olan Türkler buralarını benimseyerek,
bu yörelerin kültür ve ekonomik bünyesinde esaslı değişiklikler yaptılar.
Bölgeyi üç koldan kat eden ulaşım sistemini tamamlayan köprüler ve derbentlerle
dış dünyayla iletişimi sağladılar. Vakıf sistemi sayesinde hamamlar, çeşmeler,
dükkânlar, çarşılar, bedestenler inşa edilerek Balkanlarda modern şehir hayatı
oluştu. Onlar her yerleştikleri yerde olduğu gibi Bulgaristan’da da öncelikle
dini ibadetleri için ulu camiler, eğitim ihtiyaçları için mektepler,
medreseler, iktisadi, içtimai, ulaştırma, sıhhi, diğer ihtiyaçları için çeşitli
mimari eserler kurdular, bunların idamesi için de hayır ve sosyal amaçlı
vakıflar tesis ettiler.
Bulgarlarla Türkler,
yüzyıllarca Balkanlar coğrafyasını paylaşmışlardır. Bu paylaşım, çok değişik
biçimlerde ortaya çıkar. Çoğu kez bir yerleşim yerinde hem Türkler, hem
Bulgarlar oturur. Doğa kaynaklarını da ortak kullanırlar. Aynı kent yerleşim
merkezlerinin kahveler, dükkânlar, her türlü hizmet yerleri hiçbir ayrım
gözetmeksizin aynı ölçüde her iki halka aynı yararları sağlamıştır. Bu ortak
yaşam folklora da büyük ölçüde yansımıştır. Hatta bir atasözünün menşeini
bulmak, Türklerin mi? Bulgarların mı? Kestirip atmak bilimsel açıdan da son
derece zordur. Bulgarlar, bugün de: “Zorla güzellik olmaz”, “Vakit
Nakittir”, “Dünya dünya yalancı dünya”, “Kısmet olmadan dayak bile yenmez”gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
Bulgar-Türk
beraberliğinin ne zaman başladığını kestirmek hiç de kolay değildir. Bu konuda
bilim adamları, tarihçiler de bir ortak görüşe varamamışlardır. Ancak, eski Bulgarların/Protobulgarlar/Orta
Asya kökenli oldukları kesindir. Bulgar tarihçilerinden Nikolay
Stanişev’e göre, “Bulgarlar, Ural-Asya kökenlidir. Asyalı
olmaktan utanacak bir durum yoktur”.
Öyle ki, Orta
Asya’dan Avrupa’ya, Balkanlara akın eden insan toplulukları arasında eski
Bulgarlar da bulunmaktadır. Bu topluluklardan belki de en önemlileri Asparuh/İsperih
yönetimindeki Bulgarlardır. İsperih Bulgarları, Dobruca
bölgesiyle yetinmeyip Bizans hâkimiyetindeki Balkanlar’ın öteki yerlerine sürekli
akınlar düzenlemişlerdir.
Eski Bulgarlar,
Hunlar’dan sonra Avrupa topraklarına yerleşen en önemli kavimlerden biridir.
Asya kökenli oldukları, Avrupa’ya Hazar denizinin doğusundan girdikleri hiç
kuşku götürmeyen bir gerçektir. Bulgar edebiyatçıları, tarihçileri eski
atalarından söz ederken dillerindeki en güzel sözcükleri kullanırlar: Yiğit,
mert, gözüpek, hoşgörülü, savaşçı… gibi belirtmektedirler.
Ne var ki, Eski
Bulgarlar, giderek Traklar ve Islavlarla bir bütün oluşturarak, kendi
özbenliklerinden uzaklaşmış olurlar. Bu üçlü oluşumda aralarındaki anlaşmayı
sağlamak için kullanacakları dil Islavca ağırlıklı olacaktır. Bulgarlar,
Hıristiyan olunca isim, unvan, devlet yapılarında da büyük değişiklikler
gözlenmektedir. Ortaasyalı, Türk kimlikleri, ancak yüz yapılarında, bazı
gelenekler göreneklerin korunmasında ve en önemlisi de kendilerinden birkaç yüz
yıl sonra aynı yerlere, Anadolu yoluşla gelecek olan soydaşlarıyla bir hoşgörü
havası içinde geçirmeleriyle muhafaza edilmiş olacaktır.
Türk kökenli Bulgarlardan
Hıristiyanlığı kabul etmeyen boylar da vardır. Bu boylar, ateşten, kılıçtan
kaçmayı başarmışlardır. Onlar kimlerdir? Daha sonraki yıllarda akıbetleri ne
olmuştur? Bugün, eski Bulgarların başkentliğini yapmış olan Pliska ve Preslav
kasabalarının çevresi Türk köyleriyle oluşmuştur. Bu köylerde konuşulan Türkçe
ile Gagavuzca arasında büyük benzerlikler canlı bir şekilde ortadadır.
Balkanlardaki
Müslümanlara karşı uygulanan zulmün ve ciddi manada göçün tarihi 1697’den
itibaren Avusturya İmparatorluk Ordusu’nun işgalleriyle başladı. “Türklerin Avrupa’daki topraklarından
çıkarılması âdeta Hıristiyan âleminde bir ideoloji gibi telakki
olunmuştur."
Bu dönem de
Balkanlar’dan Ortadoğu’ya büyük acıların yaşandığı bir denemdir. Türklerin
Balkanlar’dan göçe zorlanmalarının temel nedenini Mustafa Kemal Hâkimiyet-i Milliye
Gazetesine 1923 yılında verdiği bir
mülakatta şöyle açıklar: “Avrupa kavimleri arasında yerleşik olan,
Türklere karşı kin ve husumet fikirleri Batı zihniyetine yerleşmiş ve bu
fikirler bir hususi zihniyet meydana getirmiştir”. Bu zihniyet,
Balkanlardaki harplerde, Hıristiyan Balkan devletlerince etnik ve dini temelli
olan sistematik bir zulme ve sonucunda balkanlarda yerleşik Türk ve Müslüman
nüfusa karşı, Avrupa tarihin en önemli göç hareketine sebep olmuştur. Bu
gerçek, Batılı insan hakları gözlemcileri tarafından dile getirilmiş olmasına
rağmen, XX’inci yüzyılın en önemli trajedilerinden biridir.
Göç öncesinde ve göç
sürecinde yaşananların Balkanlar’daki Türk nüfusunu nasıl yok ettiği konusunda
muhtelif kaynaklar birbirlerinin bilgilerini kabul etmekte olup, kabaca bir
hesapla; Balkan Harbi öncesi yaklaşık olarak Rumeli’nin 2 500 000 kişilik
Müslüman nüfusunun, göç öncesi yapılan zulümlerin ve göç sürecinde yaşananlar
sonucunda büyük bir kısmı ortadan kaldırılmıştır.
Fransız ihtilalinden
sonra gelişen milliyetçilik cereyanları ve bazı durumlarda Osmanlı mahalli
idarecilerinin kötü yönetimi neticesinde Sırp, Hırvat, Rum Bulgarların da
bundan etkilenip Türk ve Müslümanlara karşı yaptıkları mezalim neticesinde
sadece Kırım Savaşı’nın kaybedilmesiyle 1800’li yıllara kadar 500.000
kişi Anadolu ve Rumeli’nin muhtelif yerlerine göç etti. 1806–1812 yılları
arasında 200 000’e yakın Müslüman, muhacir durumuna düştü.
1828–1829 yılları
arasında meydana gelen Osmanlı Rus savaşında Rus ordusunun geçtiği köyleri
talan etmesi üzerine Güney Trakya Türkleri de bundan etkilenerek İstanbul’a
sığındılar.
Balkanlardan göçün en
büyük sebebi Rusya ve onun Panslavist akımı şemsiyesi altındaki Hıristiyan
Balkan devletlerindeki Türk düşmanlığı bağnazlığının sonucu esas manada
mezalimler Balkan kavimlerinin isyanlarıyla başlar. Balkanlardaki istiklal
hareketleriyle Müslümanlara karşı uygulanan soykırımların birebir ilişkisi
vardır. Sırp ayaklanmaları ve kendi istekleriyle (1804, 1816, 1862, 1867,
1876), Karadağ isyanları (1852–1864), Yunan isyanları ve bağımsızlık süreci
(1821–1830), Bulgar isyanları ve isteğiyle (1835, 1841, 1849, 1867, 1876,
1877), süreçlerinin ortak özellikleri haklı ya da haksız gerekçelerle başlayıp olayın
sivil ahaliye karşı bir terör ve katliam hareketlerine dönüşmesiydi. Rusların
bu savaştaki belli başlı hedefleri arasında, Ege Denizi’ne kadar uzanan büyük
bir Bulgaristan kurmak ve İstanbul’u da serbest bir şehir haline getirmek
bulunuyordu. Savaş, “çok milletli topraklar üzerinde tek milletli bir devlet
kurmak” için girişilen askerî bir operasyondu.
Bu nedenle, savaşın
asıl ağırlığı Tuna ve Edirne vilâyetlerinde toplanmıştır. Dolayısıyla “Doksanüç
Muhacirleri”nin büyük bir çoğunluğunu bu topraklardan atılan tiler oluşturuyordu.
Zulüm hareketlerinden şüphesiz en büyüğü tarihlerimize 93 harbi olarak geçen
1877–1878 Osmanlı-Rus Harbi’ndeki Rus ve Bulgar zulmünden Türkiye’ye göç etmek
zorunda kalan muhacirlerin miktarı McCarthy, 1 253 500 kişi olarak gösterir. Savaş
öncesi Tuna ve Edirne Vilayetleri’nde yaşayan Müslüman nüfus toplamı 1 500 000 kişi
civarındadır. Fakat en korkuncu bu savaşta eski nüfusun %17’si katledilmiş ya
da sürgünler esnasında ölmüştür. Bu yüzden 93 harbi halk arasında Koca Bozgun olarak
nitelendirilir.
Aslında başlangıçta
büyük devletlerce Balkanlarda bir savaşı önleyecek tedbirlerin alınması mümkün
olabilirdi. Lâkin Avrupa Devletlerinin hiç biri görünüşte Balkanlarda bir
savaşı arzu etmemelerine rağmen, politikaları gereğince, Balkanlardaki
ayaklanmaları önleyecek yerde, menfaatlerini koruma yoluna gitmeleri, yani
siyasi hesap ve düşüncelerin insanlık düşüncelerine galip gelmesi bu savaşın çıkmasına
yol açan en büyük etkenlerden birisiydi. Kan dökmekten bahseden Bulgarların,
Balkan Savaşı sırasında, akla gelmez vahşetlere giriştiği belgelerle sabittir.
Balkan savaşları neticesinde, Balkanların siyasî haritası önemli ölçüde
değişti. Bu oluşan yeni haritada Romanya’nın, Sırbistan’ın, Yunanistan’ın
hudutları tamamen, Bulgaristan’ın hududu kısmen Bükreş muâhedenâmesiyle tayin
edildi. Türkiye-Bulgaristan’ın hududu kısmen Bükreş muâhedenâmesiyle tayin
edildi. Türkiye-Bulgaristan sınırı da İstanbul Konferansı kararıyla tayin
edilerek, bütün Balkanların yeni siyasi haritası çizilmiş oldu. I - II’ inci
Balkan harbi’nde göç eden 413 922 kişi.
Avusturya’nın yaptığı
çeşitli zulümler neticesinde 1880–1900 tarihleri arasında 120.000 kadar Boşnak,
anavatan olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne göç etmiştir.
1881 yılında
yürürlüğe giren askerlik yasası Müslümanlar arasında 1883’e kadar sürecek
kitlesel göçlere sebep olduğu ve 1500 000 civarında kişi göç etmiştir.
Daha sonraki en büyük
soykırım ise Balkan Savaşlarıyla, meşrutiyetten sonra gerek iç, gerekse dış
politikada İttihat ve Terakki Hükümeti’nin uyguladığı hatalarının
devamında soydaşlarımızın bir bölümü anavatana göç etmek zorunda kaldılar.
Balkan Harbi
sonrasında Müslüman nüfusundan 632 408 kişinin sistematik bir
şekilde katledildiği ve 812 271 kişinin de 1912–1926 yılları
arasında Rumeli’den Türkiye’ye göç etmek mecburiyetinde bırakıldığı ortaya
çıkmaktadır ki bu veriler etnik soykırımın en önemli delilleridir. 1921–1927 yılları
yapılan göçlerde 431 065 göç etmiştir.
8 Kasım 1923 tarihinde çıkarılan Mübadele, İmar ve İskân Kanunu
ve TBMM’de kabul edilmesiyle 500 000 göçmen tren, deniz ve kara
yoluyla 1925 yılına kadar Türkiye’ye göç etmiştir.
1934–1960 yılları
arasında Yunanistan da çeşitli baskılar sonucu “Vatansız, vatandaşlıktan
çıkarılan kimse” durumuna düşen 23 788 kişi Türk iye ye göç etti.
Bulgaristan’dan, 1923–1939
yılları arasında 198 688, 1935–1940 yılları arasında 95 964, II. Dünya Savaşı
esnasında 1941–1949 yılları arası 14 390, 1950–1951 yılları arasında 154
000, 1969–1978 yılları arasında 130 000 Türk göçmen gelmiştir. En
son 1989 yılı büyük göçünde Kapıkule sınır kapısından giriş yapan göçmen sayısı
310
000 ulaşmıştır.
Yugoslavya’dan, 1923–1933
yılları arasında 26 120 iskânlı + 108 179 serbest, 1934–1940 yılları
arasında 5 894, 1950–1958 yılları arasında 104 372, 1952–1967
yılları arasında 175 392 serbest, 1992 yılı Sırpların etnik temizlik politikası
sonucu ülkelerini terk etmek zorunda kalan 20 000 civarında Bosna-Hersek
vatandaşı olarak ülkemize gelmiştir.
Romanya’dan 1923–1938
yılları arasında 75 771 iskânlı ve 38 009 serbest, 1939–1960 yılları
arasında 3 576 iskânlı 4 055’i serbest olarak ülkemize
gelmişlerdir.
1923’den günümüze
özellikle Türk soyu ve Türk kültüründen gelen, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Pomak,
Yunanistan Türkleri vb. sığınmacılar kavramından çok göçmen kavramı altında
gruplandırılmış yerel yerleşim ve vatandaşlık haklarını almışlardır. Dönemin
kaynaklarında Türkiye’de yeni demografik görünümün ortaya çıkmasına sebep olan
bu insanlara felaketzeler “Türk-Yunan savaşında zarar görmüş insanlar”, harikzedeler
“evi, ocağı yanarak savaştan zarar görmüş kesim”, mülteciler “Türkiye’ye
sığınan Müslümanlar” ve şark muhacirleri “I. Dünya
Savaşı’ndan beri yerleştirilememiş Kars, Erzurum muhacirleri” adı veriliyordu. Bu
grubun toplam kesin sayısı bilinmesi mümkün değilse de 300 000 civarında olduğu
tahmin edilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi’ndeki Rumeli’den göç hareketlerini inceleyecek olursak nüfus itibariyle
en fazla göç Bulgaristan’dan gerçekleşmiştir. Daha sonra sırasıyla Yunanistan,
Yugoslavya ve Romanya gelmektedir. Yapılan tespitlere göre yaklaşık olarak
Bulgaristan’dan 850 000, Yunanistan’dan 500 000, Yugoslavya’dan 300
000, Romanya’dan ise 140 000 civarında insan Türkiye’ye
göç ettiği Cumhuriyet dönemindeki kayıtlara geçen ve tahmini olarak ilave
edilen rakamlara göre Rumeli’den gelen göçmen sayısı 1 800 000 civarındadır.
Sonuç
Tarihteki bütün
imparatorluklar dağıldıktan sonra geride pek çok iktisâdi, siyasi ve sosyal
meseleler bırakmışlardır. Bu meseleler ise, kendisinden sonra gelen devletlere
intikal etmiştir. Yalnız bu meselelerin boyutları imparatorluklara göre değişim
arzetmektedir.
Göçlerin sebepleri
arasında yüzyıllarca egemen unsur olduktan sonra, Balkanlarının ve bilhassa
kendi eski tebaalarının egemenliği altında yaşamak mecburiyetinin ağır gelmesi
varsa da, asıl sebep, Türklerin kalmış oldukları bu gibi yerlerdeki yeni
hükümetin ve ora halkının bunları kaçırıp, mallarını almak ve ülkenin halkını
tek bir milletten ibaret bırakmak istemeleri ve bunu elde etmek için hiçbir
baskı ve zulümden çekinilmemesi yönü daha ağır gelmekteydi.
Balkan Ülkelerinin
daha ilk istiklallerini ilan ettikleri zaman, halka milliyetçilik ateşini
hızlandırmak, kasten tahrik edilmiş olan Türk düşmanlığı günümüzde bile dost
veya müttefik milletler arasında, resmi makamların hareket ve tavırları ne
olursa olsun, devam etmektedir.
Romen
akademisyenlerden İ. Yorga “Balkan Devletlerinin Tarihi” isimli
eserinde Türkler aleyhindeki haksız ithamları reddederek diyor ki. “Fetih
devrinin altı padişahı olan Orhan, Murat, Beyazıt, Birinci Mehmet, İkinci Murat
ve İkinci Mehmet’in Türkleri hiçbir zaman Haçlılar devrindeki Hıristiyan
taarruzlarının intikamını almak istemediler.”
Osmanlı idaresinin en
büyük hatası fethettiği topraklardaki hem din ve hem de ırk itibarıyla yabancı
unsurları, kuvvetine pek fazla güvenerek, adam yerine koymamış ve günün
birinde, eser oldukları fikrinin aralarında uyanmasıyla istiklâllerini
kazanmaya çalışarak imparatorluğun geleceği
için bir tehlike teşkil edeceklerini düşünmemiş olmasıdır. Bu hatalı
siyaset daha ilk fetihler devrinde başlamış, ta son dağılış yıllarına kadar
devam etmiştir.
Göç öncesinde ve göç
sürecinde yaşananların Balkanlar’daki Türk nüfusunu nasıl yok ettiği konusunda
muhtelif kaynaklar birbirlerini doğrulamakta olup, kabaca bir hesapla;
Balkanlardaki yapılan harplerle Rumeli’nin Müslüman nüfusunun, göç öncesi
yapılan zulmün ve göç sürecinde yaşananlar sonunda binlerce kişi ortadan
kaldırılmıştır. Balkanlar’da Türk ve Müslümanlara yapılan mezalim sonucu doğup
büyüdükleri yurtlarını terk etmek zorunda kalan, göç süresinde, aileleriyle
veya tek başına Türkiye Cumhuriyetine sığınan yüzbirlerce Balkan göçü
kurbanlarının hatırasını saygıyla anıyoruz.
Kaynaklar-
Y. Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun
İskân Siyaseti ve Aşiretlerin İskânı, Ankara 1988, s. 41–42.
-
A. Cevat Eren, Türkiye’de Göç ve Göçmen Meseleleri, İstanbul
1966, s. 33.
-
J. McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Çev: Bilge Umar,
İstanbul 1998, s.108–110, Ayrıca daha geniş bilgi için aynı eserin 59–114
sayfaları arasında çoğu İngiliz Arşiv belgelerine dayanan 1877–1878 Harbi’ndeki
Rus ve Bulgar mezalimine dair objektif araştırmasına bakılabilir.
-
Osman Keskinoğlu, Bulgaristan’da Türkler, Ankara 1985,
s. 13.
-
Bosna-Hersek ile İlgili Arşiv Belgeleri (1516-1919)., Başkanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara
1992, s.82-85.
-
McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar-Osmanlı
Anadolu’sunda Nüfus ve İmparatorluğun Sonu, İstanbul 1998, s.195
-
Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri,
Ankara 1994, s.174
-
H. Yıldırım Ağaoğlu, Osmanlı’dan
Cumhuriyete Balkanlar’ın Makûs Talihi Göç, Kum Saati, 1 Basım Kasım 2001.
s.281.
-
H. Yıldırım Ağaoğlu, Osmanlı’dan
Cumhuriyete Balkanlar’ın Makûs Talihi Göç, Kum Saati, 1 Basım Kasım 2001.
s.292–297
-
Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, İstanbul 1996,
s. 209.
-
Beğlan Toğrol, 112 Yıllık Göç (1878–1989) – 1989 Yazındaki
Üç Aylık Göçün Tarih Perspektif İçinde Psikolojik İncelemesi, İstanbul
1989, s. 67.
-
Beğlan Toğrol, 112 Yıllık Göç (1878–1989) – 1989 Yazındaki
Üç Aylık Göçün Tarih Perspektif İçinde Psikolojik İncelemesi, İstanbul
1989, s.25
-
M. De Vergottini, Göçmen Hareketleri, Çev: Nüzhet Yakıt,
Ankara 1949, s. 57.
-
Şerafeddin Yücelden, “Yugoslavya Türkleri”, Türk Dünyası
El Kitabı, Ankara 1976, s. 1094.
-
Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük I, Cumhuriyet
Gazetesi Yayınları, Yeni Gün Haber Ajansı Ağustos 1999, s. 20.
-
Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük I, Cumhuriyet
Gazetesi Yayınları, Yeni Gün Haber Ajansı Ağustos 1999, s. 32.
-
Mehmet Türker, “Zulmün Ateş Çemberi”, ikinci Baskı,
Lider Ajans Matbaacılık, İstanbul–2003.
-
Mehmet Türker’, Belene Adası, “Zulmün ateş çemberinden
belene adasından anılar”, Üçüncü Baskı, Çağrı Yayınları N: 96-Anı
dizisi–1, İstanbul–2004.
-
Billal N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, Ankara
1970, II, XXX. (Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri 1877–1890, Türk
Tarih Kurumu, İkinci Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara–1999, s. 5.
-
Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü, Balkanlar’daki Türk Kültürü’nün Dünü-Bugünü-Yarını, Uluslar arası
Sempozyum (26–28 Ekim 2001) Bildiri
Kitabı, Bursa -2002, s. 269
-
Bulgaristan ve
Balkanlar, Plamen
S. Tsvetkov, Varna, 1995.
-
Bulgaristan ve
Balkanlar, Plamen
S. Tsvetkov, Varna, 1995. s. 6.
-
Yalçın Bayer, Yeter Söz Milletin,
Balkanlar’daki göç mezalimini unutma, Hürriyet Gazetesi, 24
Nisan 2010, s.22.
-
Billal N. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, Ankara
1970, II, XXX. (Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri
1877–1890, Türk Tarih Kurumu, İkinci Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi
Ankara–1999, s. 5.
-
Yard. Doç. Dr. Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi sırasında
Rumeli’den Türk Göçleri (1912–1913) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Tarih Kurumu yayınları XVI. Dizi-Sa.72, 2. Baskı, Türk tarih Kurumu
basımevi- Ankara 1995 Önsöz s.12
-
Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, Yay. Enver
Bolayır Etkileri İstanbul 1946, s.17–18. Ayrıca bkz. F. Armaoğlu, Siyasî Tarih
(1879–1960), Ankara 1875, s. 332.
-
Üçok Çoşkun, Siyasi Tarih Dersleri, Ankara 1955,
s.264.;
Aybars Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarih, I, İzmir 1984, s.51
-
İkdâm Gazetesi, 5956, 8 Eylül 1329 (21 Eylül 1913).
S. I
(“Balkanlar’da Türk Unsuru” adlı makaleden alınmış olup, yazarı
belirsizdir).
-
Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük I, Cumhuriyet
Gazetesi Yayınları, Yeni Gün Haber Ajansı Ağustos 1999, s. 20.
-
Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük I, Cumhuriyet
Gazetesi Yayınları, Yeni Gün Haber Ajansı Ağustos 1999, s. 32.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder