Bosna Trajedisinde
Yunanistan ve
Arakan’daki
Srebrenitsa
Bu yıl da Bosna Hersek'teki
Srebrenitsa'da, 11 Temmuz 1995'teki katliamın 17. yıl dönümü dolayısıyla anma
töreni gerçekleşti. Avrupa'da 2. Dünya Savaşı'ndan sonra en büyük trajedi
olarak nitelenen katliamın kurbanlarını anmak için düzenlenen törene katılmak
isteyen binlerce kişi, bölgeye akın etti.
Srebrenica'daki
tören, kentin girişindeki Potocari anıt mezarlığında düzenlendi. Törende,
kimlikleri teşhis edilen ve katliam sırasında 14–75 yaşları arasında olan
yaklaşık 300 kişinin kalıntıları daha toprağa verildi.
Öğrendiğim kadarıyla
bu yıl da Batı Trakya Türklerinden oluşan bir grup törene katılmış... Batı
Trakya Türkleri de bu kara günde Boşnak kardeşlerinin acısını paylaşmak için
oradaydı.
Bu yıl da TRT’den
canlı yayınlanan Srebrenista Potocarı Şehitliğindeki anma törenleri ve
saatlerce aralıksız süren anma programında katliam tanıklarının ve soykırım
belgesellerinin yer aldığı görüntüler yüreklerimizi sızlattı. Avrupa'nın
göbeğinde 350 bin kişi öldü, 45 bini çocuktu... 50 bin kadın tecavüze uğradı,
2,2 milyon kişi evini terketti, 28 bin kişi ise hala kayıp... 28.000 kayıp
insandan 25.000'inin Bosnalı Müslüman olduğu söyleniyor.
Bölgede her geçen gün
yeni toplu mezarlar açığa çıkıyor. Bu güne kadar 400’ün üzerinde toplu mezar
bulundu.
Yakın tarihimizin en
karanlık sayfalarından birini teşkil eden Bosna Kıyımında [Bosna Savaşını diğer
savaşlardan ayıran yön şudur ki; savaş büyük çoğunlukla Sırbistan ordusuyla,
silahsız-savunmasız Boşnak siviller arasında cereyan etmiştir! Buna savaş demek
pek doğru olmasa gerek.] 1992–1995 yılları arasında Uluslararası Kızılhaç
Örgütü verilerine göre Bosna Hersek'te yarım milyona yakın Boşnak dünyanın gözü
önünde sistematik olarak katledilip soykırıma tabi tutulmuştur. Suçları sadece
Müslüman, Sırplar’ın deyimiyle “Türk” olmaktı. Sırplar ve Hırvatlar, savaş
süresince on binlerce kadına tecavüz etmiş, katlettikleri insanlarda bebek,
çocuk kadın, ihtiyar ayrımı yapmadan, hepsini akla-hayale sığmaz işkencelerle
öldürmüşlerdir.
Batı Trakya Türkleri
olarak bir kez daha bu katliamlara maruz kalmış tüm şehitlere Allah'tan rahmet
diliyor, Bosnalı kardeşlerimizin acısını paylaşıyor, 15. yıldönümünde bu
katliamı bir kere daha lânetliyor ve kınıyoruz.
Yunanistan’ın Srebrenitsa’da Ne Arıyordu?
Srebrenitsa
Soykırımın’da Yunanistan’ın da parmağı var, diyen cesur Yunan gazeteci, 2 yıl
önce soykırımcıların sistematik baskı ve linç hareketiyle karşı karşıya
kalmıştı.
Tam 2 yıl önce
Yunanistan’daki çeşitli basın-yayın organları için bağımsız olarak çalışan
Takis Mihas isimli gazeteci hakkında, ülkesinin askerlerinin 1995’te Bosna
Hersek’te yaşanan Srebrenitsa soykırımında rol oynadığıyla ilgili ifadeleri
yüzünden dava açıldı.
Eski PASOK’lu bakan
Stavros Papathelimis’in başkanlığındaki Panhelenist Makedon Birliği Partisi
sözcüsü Stavros Vitalis tarafından açılan davada, Mihas, Yunan gönüllüleri
“milis”, olayları “katliam” olarak tanımlamakla suçlanmıştı.
Vitalis denen şahıs,
ifadesinde, savaş döneminde Sırp Ordusu’nda albay olarak görev yaptığını ve
Srebrenitsa “savaşı”nın planlanmasında görev aldığını belirtmişti.
Vitalis’in ifadesinde
şu çarpıcı “itiraflar” yer alıyordu: "Radovan
Karadziç ve Radko Mladiç komutasında savaşmak için Bosna’ya giden Yunanlı
gönüllüleri Sırp ordusunun bir parçasıydı ve başta dönemin başbakanı Andreas
Papandreu olmak üzere bütün Yunanlı politikacıların desteğini almıştı."
Vitalis bunlarla
Yunanistan’ın rolünü inkâr etmiyor, sadece olayların katliam olarak
adlandırılmasına karşı çıkıyordu. Çünkü ona göre yapılanlar katliam değil,
savaştı.
Öte yandan, “Anieri Simmahiya” (“Kutsal Olmayan İttifak”) isimli kitabıyla
Yunanistan’ın Srebrenitsa’daki rolünü gündeme getiren Mihas, amacının
“Yunanistan’ı milliyetçi şovenizm ve aşırılığın pençesinden kurtarmak” ve
ülkeyi demokratikleştirmek olduğunu söylüyordu.
O günlerde bir basın
bülteni yayımlayarak davayla ilgili detayları kamuoyuyla paylaşan Mihas,
“Birkaç yıl önce eski bakan Andreas Adrianopulos Yunanlı yetkililerden, Yunan
vatandaşlarının Bosna Savaşı’ndaki rolünün incelenmesini istedi. Ancak ön
soruşturmayı yapan yargıç bilinmeyen sebeplerden ötürü davayı kapatmaya karar
verdi” derken, Yunanistan’ın Srebrenitsa’da yaşanan olayları katliam ve hatta
soykırım olarak tanımlamayan tek ülke olduğunu hatırlatmıştı.
Ben Hıristiyan
Ortodoks inançlı Yunan vatandaşlarımızın, Ortodoks ve milliyetçi şoven çevrelerin,
etkisinden kurtulamayan resmi ideoloji ve Yunan kültürüyle beslendiği için Türk
ve İslâm düşmanı bir bilinçle yetiştirdiklerini, bu bilinçte olanların da
Bosna’da Müslüman avına çıktığını yazdığım için Yunan ve Ortodoks düşmanlığıyla
suçlandım. Yunan-Pomak davalarında savcı ve hâkimlerce bunun için hesaba
çekildim ve mahkûm edildim. Devletin karanlık işlerini ifşa eden sağduyulu bir
Ortodoks Yunanlı gazeteci de olsa, anında hedef haline getirilerek onun da
icabına bakılıyor.
Dünya, Ermenilerin
timsah gözyaşlarını, sahte soykırım iddialarını değil, asıl bu gerçek soykırımı
görmeliydi, ama görmedi, görmek istemedi. Fanatik Hıristiyan Yunanlılar gibi
birçokları, binlerce Müslüman öldürülürken “Avrupa'nın
Müslümanları azalıyor” diye sevindiler üstelik.
Ülkemiz Yunanistan’ın
Bosna Soykırımı esnasındaki rolü ayrıca büyük bir acı gerçek ve kendi başına
bir trajedidir. Pontus Soykırımı, Küçük Asya Felâketi gibi iddiaları ortaya
atmak, bunları mecliste kanunlaştırmak, bence tarih boyunca yapılan bu tür çirkinlikleri
örtbas etme gayretinden başka bir şey değildir.
Peki, günün birinde
Boşnaklar ve uluslar arası kamuoyu da Bosna’da yaptıklarını hatırlattıklarında
ve belgeleriyle önlerine koyduklarında ne yapacaklar? Onları da mı mahkemeye
verecekler?
Alırsan Mazlumun Ahını…
Alma mazlumun âhını,
çıkar âheste âheste, demiş atalarımız. Aynen öyle… Soykırımcılık üzerine inşa
edilmek istenen ne olursa olsun bir gün mutlaka yıkılır. Çünkü zulüm ile abad
olunmaz. Başkalarının dünyasını karartarak, onların yaşam ışıklarını çalarak
medeniyet oluşturulamaz. Kan ile, vahşet ve katliam ile ancak insanlığın
geleceği karartılır. Ama ne yazık ki bazı insan evlâtları bunu bildikleri
halde, kin ve gadaplarına yenik düşerek en vahşi hayvanlardan bile daha alçak
duruma düşebiliyorlar.
Günümüzde özellikle
Batı Dünyası’nda yaşanan ekonomik ve sosyal krizlerin altında, alçaklık dolu
kirli mazi yatmaktadır. Yenen onca hak, kıyılan onca canın ahı daha yeni
karşılık bulmaya başlamaktadır. Asıl kriz bundan sonra yaşanacaktır.
Peki, bunun bir
çaresi yok mudur? Elbette ki vardır. İnsanlar, yaptıklarını samimi bir şekilde
itiraf ederek, aynısı bir daha işlememek üzere azmedecekler… Tabii demesi
kolay, ama nedense bu kadar kolay olan bir şey dünyanın en imkânsız işi
olabiliyor. Şimdi olduğu gibi.
Arakan’daki Srebrenitsa
Srebrenitsa’da
katliam sürerken bütün dünya sadece izliyordu. Medeniyeti ve demokrasisiyle
övünenler kaskatı kesilmekle kalmadı, alttan alttan katledenleri destekliyordu.
Ne zaman ki artık onların vicdan sahibi olanları “artık yeter” dedi ve harekete
geçmeye başladı, daha doğrusu ne zaman ki 250 bin Müslüman yok edildi ve Bosna
devleti sadece isim olarak kaldı, işte Batı ancak o zaman harekete geçti. O da
hareket sayılırsa artık…
Aynı medeniyet ve
demokrasi havarileri bugün Miyanmar, eski adıyla Burma’nın Arakan bölgesinde
yaşayan Arakan Müslümanlarının vahşi bir şekilde toplu ve sistematik
katliamlara tabi tutulmasına da seyirci kalmaktadır. Bir ay önce başlayan
katliamlarda şimdiye kadar 40 binin üzerinde masum sivil Müslüman’ın canına
kıyıldı. Avrupa Birliği ise ancak bu hafta cılız bir çağrıda bulunabildi. O da
sadece gösteriş için…
Gerçek anlamda ve
samimi bir şekilde benzer meselelerde de olduğu gibi, bu meseleye yine sadece
Türkiye el attı. Katliamların durması için Miyanmar yetkilileri ile temasa
geçen Türkiye Dışişleri Bakanlığı, yaptığı açıklamada şimdilik katliamların
durdurulduğunu bildirdi.
Petrolün, menfaatin
söz konusu olduğu Irak, Sudan, Afganistan ve Suriye için Birleşmiş Milletler
Konseyi’ni acil toplantılara çağıran ve askerî müdahale kararları çıkartan
“medeniler” ve “demokrasi havarileri”, Bosna, Filistin, Gazze ve Arakan
Müslümanları söz konusu olduğunda duyarsız davranıyor…
Batı, bugün
Suriye’den çok Arakan’daki Müslümanlar için harekete geçmeli ve oradaki vahşete
dur demelidir. Eğer amacı gerçekten insanların kurtuluşu ve barış ise, o zaman
Arakan dünyanın birincil gündem maddesi haline getirilmeliydi. Ne yazık ki
mevcut gidişat, bu durumun pek değişmeyeceğini gösteriyor. Şu anda “medeni
barış havarileri” sadece Suriye’yi “özgürleştirmekle” meşguller.
Bu şekilde hareket
etmeye devam ettiği sürece “Batının medenî demokrasi havarileri”, dünyanın
sonu, derinleşen mevcut ekonomik ve sosyal buhran neticesinde kaçınılmaz bir
felâket olacaktır.
Dua ile bitirelim:
Allah sonumuzu hayır etsin…
Kaynak http://www.milletgazetesi.gr/view.php?nid=791
Çanakkale ve Srebrenitsa’yı
Unutmuyoruz!
Ne zaman Bosna
Hersek’teki toplu mezarlar gözler önüne gelse, Çanakkale şehitlikleri
zihinlerde canlanır. Aynı kaderi paylaşan ikiz kardeşler gibi. Tarihi,
kardeşliği, dost ve düşmanı bu kadar net mesajlarla anlatan başka bir kaynak
ben şahsen tanımadım. Bedir ve Uhud’tan mayasını alan mücadele ruhunun, tarihî
zaferlerle sonuçlanan en yakın ve en canlı örnekleridir Çanakkale ve
Srebrenitsa.
Pek çok ortak noktada
benzerlikleriyle buluşan, insanlık tarihinin canlı iki tanığı, Emperyalist
Batı’nın gerçek yüzünü yansıtan iki dev ayna, Çanakkale ve Srebrenitsa.
Kaderleri ve yürek yakan acıları, şahit oldukları vahşet ve bıraktıkları yakıcı
hatıralar birbirinden farksızdır.
Yirminci yüzyılın
başında Çanakkale’de, aynı yüzyılın sonunda ise Srebrenitsa’da yaşanan iki vahşet,
seksen yıl aradan sonra tarihin adeta tekerrür ettiğini gösteriyor. Dünyanın
dört bir yanından Çanakkale’ye gelerek, Osmanlı Devletine son vermek gayesiyle
ittifak kuran emperyalist sömürgeci batı, seksen yıl aradan sonra aynı
zihniyeti Srebrenitsa’da hortlatmıştır.
Türklerden intikam
almak ve Avrupa’nın ortasında Müslümanlığı yok etmek için, Müslüman Boşnaklara
karşı Batı dünyası, Sırp canilerine gizliden ve aşikâr her türlü desteği
vermekten geri durmamışlardır.
Çanakkale ve
Srebrenitsa’da yaşanan vahşetlerin bahaneleri, sebep ve sonuçları yönünden de
büyük benzerlikler arz etmektedir. Yirminci yüzyılın başında meydana gelen olay
ve gelişmelerin sonucunda çıkan I. Dünya Savaşı’nın ilk kıvılcımlarının
Saraybosna’da yakıldığını hatırladığımızda hiçbir şeyin tesadüf olmadığını
görürüz.
Yirminci yüzyılın
başında Sırbistan, Rusya’nın desteğini alarak Büyük Sırbistan emellerini tatmin
etme sevdasına karşı, Avusturya gözdağı vermek için Veliaht Ferdinand’ı 1914
Haziran’ında Saray Bosna’ya gönderir. Orada bir Sırp tarafından Veliaht
Ferdinand’ın öldürülmesi sonucunda, Avusturya Sırbistan’a savaş açarak karşılık
vermiştir. Almanya, Avusturya’nın yanında, Rusya Sırbistan’ın yanında savaşa
girmesiyle, savaşın bütün Avrupa’ya yayılmasına sebep olmuştur.
Bu tarihe kadar eşi
ve benzeri görülmemiş I. Dünya Savaşı, Avrupa’da müttefik dört merkezi devlet
(Avusturya, Macaristan, Almanya ve Osmanlı Devleti)’ne karşı, İtilâf
devletleri, Avrupa ve diğer kıtalardan yirmi beş devletin iştirak ve desteğiyle
cereyan etmiş, insanlık tarihinin en büyük hesaplaşması olarak kaydedilir.
Denizde ve karada
yenilgiyi aklından bile geçirmeyen emperyalist güçler, imanın, azmin ve sabrın
karşısında önce denizde, hemen akabinde karada tarihî hüsranı tatmıştır. Bu
tarihî yenilgiden seksen yıl sonra; Bosna-Hersek'in doğusunda bulunan
Srebenitsa kentinde I. ve II. Dünya Savaşları'ndan sonra Avrupa'da yaşanan,
insanlığa karşı işlenen suç olarak arşivlerde yerini alan Srebrenitsa Soykırımı
gerçekleştirildi.
Bütün dünyanın gözü
önünde, Avrupa’nın ortasında ve Bileşmiş Milletler tarafından güvenli bölge
olarak ilan edilen Srebrenitsa, Ratko Miladiç komutasındaki Çetnik Sırp Ordusu
tarafından işgal edildi. Tamamı silahsız 11 binden fazla Boşnak erkek hayatını
kaybetti. Cesetlerin tanınmaması için askerler tarafından parçalanarak 370’den
fazla toplu mezara gömüldü.
Türkleri soykırımcı
ve Müslümanları terörist olarak yaftalamak için yarışan Hıristiyan Batı, önce
Çanakkale ve Srebrenitsa’nın muhasebesini yapmalı, ondan sonra ecdadımıza ve
dindaşlarımıza dil uzatmalı.
Batı’nın soykırım ve
vahşetleri sadece bunlardan ibaret değil. Geçmişte ve günümüzde vahşet ve zulüm
olan her yerde, Batı’nın parmak izlerini bulmak mümkündür. İslâm dünyasına
düşen en önemli görev, bu faili malum soykırımlardan ibret almak, gerçek dost
ve gerçek düşmanların kim olduğunun farkına varmaktır.
Bu konu ile ilgili
Aliya İzzetbegoviç’in tarihi vasiyetini unutmamak gerekir. “Savaşta büyük
zulümlere uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız
yapın, ama soykırımı sakın unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Yirminci yüzyıl
tarihini ve Avrupalı’yı, Mehmet Akif Ersoy şu dizeleriyle en güzel bir şekilde
özetlemektedir.
Nerde gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tauna da zuldür bu rezil istilâ...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil.
Toplum olarak tarihî
olayları doğru okumak, bize ve gelecek nesillerimize yön verecek en önemli
vasıtadır. Geçmişte yapılanları anlatıp, tarihi bir övünme veya matem aracı
olarak kullanmak yerine, ondan dersler çıkarmalı, örnekler kopya etmeliyiz.
Bu, tarih bilincinin
doğru verilmesi adına çok önemli bir konudur. Sağlıklı gelişmeyen bir tarih
bilinci ve şuuru, yeni soykırımlar; Hitler, Mussolini, Stalin, Miloşeviç,
Mladiç ve Karaciç gibi katiller ortaya çıkarır.
Kaynak http://www.milletgazetesi.gr/view.php?nid=749
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder