23 Temmuz 2015 Perşembe

Bulgaristan’da Doğan Büyük Sporcular

647 inci Edirne Tarihi Kırkpınar Güreşleriyle ilgili araştırma yapmaya başladığım yılda Sarayiçi’nde tanıştığım ve her Edirne geldiğinde bana son yıllarda ilgilendiğim yağlı güreşle ilgili bilgi veren duayen güreş yazarı ve eski milli sporcu Aligümüş’ün, Araştırmacı Gazeteci İsmail Kahraman’ın hazırladığı “Balkanlarda Osmanlı Medeniyeti Belgeseli –I Bulgaristan” kitabından alıntılar yapacağım.
Neden bu alıntıyı yaptığımı şöyle sizlere açıklayabilirim. Benim Annem ve Babam Bulgaristan’dan Türkiye’ye zorunlu olarak göç eden bir ailedir. Dedem Türkmen Yörüklerinden Sofuoğlu İsmail 1859 doğumlu Uzuncaova Hasköy Muhacırlarından Ahmet Oğlu Sofu İsmail’dir. 6 Şubat 1945 yılında Edirne de vefat etmiştir. Annemin babası ise Boyacılar Sülalesindendir.
Bulgaristan’da Doğan Büyük Sporcular
“Bulgarlarla “1393-1878 yılları arasında 5 yüzyıla yakın birlikte yaşadık. Volga boylarında yaşayan bir Türk boyu iken Balkanlar’a gelip yerleşen ve Hristiyanlığı seçtikten sonra kimlikleri değişen bu komşu ülkeden büyük sporcular çıktı. Kelime anlamına baktığımızda “Balkanlar”ın “sulak arazi” demek olduğunu anlıyoruz. Su olan yerde de uygarlık vardır. Malcılığa büyük önem veren, toprağı ekip biçmektense “hayvan” yetiştirmeyi seçen Bulgarlar, “malcı” bir ulustur. Yoğurdu, sütü, kaymağı, peyniri en alasından bilirler.”
Rahmetli Ali Gümüşle her karşılaştığımda söylediği bir söz vardı. Bu sözü devamlı hatırlardım. Bundan böyle bu sözü hatırladığımda onun için bir dua okuyacağım
Ot Yiyenler, Et Yiyenler
“Tarih boyunca yapılan savaşlarda ot yiyenleri et yiyenler yendiler. Bugün eti ağızlarına sürmeyen toplam nüfusu 1 milyarı aşkın Hindistan’dan çağlar boyunca dünya çapında şöhrete ulaşabilmiş tek sporcu çıkmamıştır. Çinliler de “süt” içmezler. Oralardan dünya spor podyumlarına Çin’i temsilen gelen yarışmacıların büyük çoğunluğu da “süt içen” Uygur Türkeri’ndendir. İnsanın oluşmasında “genetik” faktörlerin öneminin ne kadar önemli ölçüde olduğu günümüzde ortaya çıktı. İnsanın değişik tavırlarda insan olmasında ayrıca “genetik” de rol oynar. Genotik, çevre, ağaçlandırma, hava ve suyu içerir. Balkanlar’ın hem genetik hem de genotik açıdan yararlanmış değerleri vardır. Bir Koca Yusufun, bir Kurtdereli Mehmet Pehlivan’ın ya da 1899 yılında Paris’te dünya şampiyonluğunu kazanan ilk güreşçimiz Kara Ahmed’in büyük başarılar elde etmesinde başlarda belirttiğim 2 etkenin de payı bulunur. Bunlara bir de “iyi beslenme” ilave edilince yaşadıkları devrin en güçlü sporcularının önemli bölümünün Bulgaristan’dan çıkmasına şaşmamak gerekir.
Bulgar prensliği, 1905 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğuna bağlıydı. Uluslararası spor yarışmaları başladığında menajerler Osmanlı topraklarını gezerek “güçlü-kuvvetli adam” arayıp bularak Paris’e, Rusya’ya, Avrupa’nın hemen hemen her ülkesine hatta Birleşik Amerika’ya götürdüler. Bugün Dobriç adıyla bilinen Bulgaristan’da kalmış olan Dobruca topraklarında yaşayan Dobriç adındaki bir Bulgar, Koca Yusufu Birleşik Amerika’ya taşıyan menajer olmuştu. Kurtdereli Mehmed Pehlivan’la Nikoli Patrov’u Paris’te güreştiren, Rum asıllı Pierri idi. Bu zat, aynı zamanda Fransız vatandaşıydı. Temiz havanın, bol gıdanın ürün de elbette verimli olur. Madralı Ahmed, Tekirdağlı Memiş, Kavasoğlu Koca İbrahim, Şamdancıbaşı kara İbo, Pehlivanlar Pehlivanı Kel Aliço, dünyanın en verimli bölgelerinden biriydi. Burada insanlar da hayvanlarda doğa da tarif edilmeyecek ölçüde “zengin” di.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Bulgaristan doğumlu sporcular özellikle Kırkpınar’da boy göstererek güzlerini gösterdiler. Bunların arasında yer alan Tekirdağlı Hüseyin Alkaya, bir Modern Koca Yusuf’tur. Kendisiyle çok iyi tanışırdık. Hatta vefat ettiğinde oğlu beni aramış ve mezartaşına kazınmak üzere benden bir dörtlük istemişti. O’na şöyle bir kıt’a göndermiştim. “Adı Koca Yusuflarla Adalılarla yan yana/Yurt içinde ve yurtdışında hiçbir zaman sırtı yere gelmeyen Tekirdağlı Hüseyin Alkaya ruhuna Fatihe…” O dönemin namlı Türkçülerinden Ninal Atsız da Tekirdağlı için kafa yorup şunları yazmıştı: “Keskin olur ayranla kımız/ Carnera’ları yere serer Tekirdağlımız…” 1932 yıllarının dünya ağır sıklet boks şampiyonlarından İtalyan asıllı Pirimo Carnera’yı bile Tekirdağ’lının yeneceğini söylüyordu Atsız. Elbette o bir efsaneydi. Kırkpınar’da tam sekiz yıl üst üste Başpehlivanlık elde etti. 1928 Amsterdam Olimpiyatlarına bu değerli sporcu götürülmüş olsaydı kesin şekilde Olimpiyat altın madalyasını alırdık. O’nu kadroya dâhil etmemek, bir ihmal ve bu kahraman sporcumuz hakkını yemek oldu.
Yağlı Güreş
Bulgaristan’da yaşayan Türkler’in kahramanları güreşçilerdi.
Türkler, bütün kahramanlık vasıflarını güreşçilerin şahıslarında buluyor ve bunun böyle olduğunu sanıyorlardı. Devir böyle bir devirdi. Bulgaristan Milli takım formasını giyen ve 1956 Melburn Olimpiyatları finalinde Hamid Kaplan’la altın madalya mücadelesi yapan Karagözköylü Mehmedov, Sovyet Blok’unun 1990 yılında çöküşünden sonra İstanbul Avcılar’a gelip yerleşti. O’nu çok eskilerden tanıyordum. 1948 yılında Macarlarla Milli karşılaşma yapan Bulgarlar, tam 8 sıkletin 8’inde de Türk asıllı sporculara yer verdiler. Mehmedov’un güreş hocası efsane kahramanlarından sayılan ve Türkiye’mizde fazla adı bilinmeyen Abidin Pehlivan’dı. Bu tür mücadele sporu, kültür-fizik hareketinden yenme-yenilme şekillerine kadar baştanbaşa Türk kültürünün izlerini taşıdığından Bulgarlar, 1960’lı yıllarda “Yağlı Güreş minderi baltalıyor” iddiasıyla ve bunu akademik kurula da onaylatarak Bulgaristan’da yapılmasını yasakladılar. Aslında bu yasak kararının alınmasını yasakladılar. Aslında bu yasak kararının alınmasında “Yağlı güreş vesilesiyle Türkler biraraya geliyor, haberleşiyor ve aralarındaki bağları güçlendiriyorlardı” istibaratının payı vardı. Her ne kadar komünizm, din, dil ayrılığı tanımaz iddiasıyla ortala çıkmışsa da giderek “en güçlü milletçilik” halini aldı. Bu durum Rusya’da Bulgaristan’da hemen hemen her yerde aynıydı. Bulgar Komünist yönetimi ki Todor Jivkov’un sağ kolu sayılan Kubadinski’yi ölümden kurtaran adam Milli takımımızda yıllarca yer alan Hayri Sezgin’in babasıydı. “Enternasyonal marşı” eşliğinde Bulgar milliyetçiliğinin bayraktarlığı yaptı. Çağımızda insanları sen şusun, sen busun diyerek ayırmanın ne kadar sakıncalı olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Mesele şu ki, kim hangi kandan olursa olsun, önce yaşadığı toprakları sevmek, yasalarına uymak zorundadır. Devlet tarafından da insanlara belirli milletlerin propagandası yapılamaz. Bu takdirde her görüşün bir karşı hareketi yeşerir. Önemli olan ekonomik bağımsızlıktır ki, İsviçre örneği parası güçlü olan ülkeler bugün dünyanın güçlü ülkeleri sayılıyorlar. Hiçbir şekilde şövenist düşünmeden, tarihi gerçekleri gözönünde bulundurduğumuzda binlerce yıl içinde Yahudiler’den çok Türkler’in kıyama uğraşmış olduklarını anlıyoruz. Fransız edibi Arthur Koestler’in 13 Kabile” adıyla yayınladığı eserinden de anlaşılıyor ki, Türk boylarına mensup Peçenek, Avar, Kuman, Alan ya da bir başka grup, Hristiyanlıkla Müslümanlık arasında sıkışarak kaybolmuş durumdadırlar. Ruslar, Peçenekler’e “Poleveç” adını verirler ki, Kiev’in kurucusu Kral Rurik adıyla tarihe geçen sima da aslen Türk soyludur. Ne var ki, geçmiş dönemlerde, hatta en belirli olarak 1789 Fransız İhtilali’ne kadar, devlet kimliği ön planda yer alıyor, millet fazla önem taşımıyordu. Belki de Batı’dan bizlere şırınga edilen husus buydu. Çünkü Alman ırkının Latin baskısı altında eriyip kaybolacağını gören “Roma-Cermen İmparatorluğu’ndaki Alman erimesine karşı çıkan Martin Luther King, kendisine en yakın 12 dostunu çarşıya, pazara, köylere gönderirken şöyle diyordu: “Gidin, dolaşın, bana kökü Almanca kelimeler getirince getirin, Saray’dan uzak durun, halkın arasında dolaşın” Roma-Cermen İmparatorluğu uyruğunda olanalar Martin Luther çıkmamış olsaydı günümüz çağında kendilerini Latin ve İtalyan hissedeceklerdi. Martin Luther, 12 yıl çalışıp İncil’i Almanca’ya çevirdikten sonra Almanlar kimliklerini buldular ve bu çalışmalar sırasında Luther’in sponsorunda bugün Batılıların “Muhteşem” adını verdikleri Kanuni Süleyman’dı.
 
Güreş ve Folklor
Güreşin folklorla, milletlere ait kültürle çok yakından ilişkisi bulunur. Bu sadece bize özgü değildir. Sözün gelişi Japonya’da ki bu Uzak Doğu Asya Ülkesine pekçok seyahatlerin oldu, onların bir numaralı sporu Sumo adı verilen bir tür güreştir. 120’yi aşan Japon TV kanalı bir yıl boyunca en çok yayını “Sumo” güreşiyle ilgili olarak yapar. Çünkü bir milleti yaşatan özelliklerin başında “kültüre” sahip çıkmak, çok önem taşır. Yusuf Has Hacip, “Mutlu bilgiler” adını verdiği eserinde günümüzden bin yıl önce bir atalar sözümüzü ver verir. Bu sözler şöyledir: “İl kalır, töre bırakılmaz…” Bunu günümüz Türkçesine çevirdiğimizde “Vatan bırakılır, töre bırakılmaz” demek olduğunu anlarız. Nitekim törelerini bırakmayan, kendi aralarında yardımlaşan ve haberleşen nice uluslar, yaşadıkları topraklardan sürüldükten 2 bin yıl sonra yeniden oralara dönerek devlet kurdular. Ayntaşn’ın dediği gibi “Herşey gelip geçici. İnsanların gün, ay, yıl, yüzyıl, bin yıl diye adlandırdığı hemen herşey yalan…” “İnsanların vakit saat ayarları” izafi…
Çağımızın Şampiyonları
Bulgaristan’la Türkiye arasındaki sorun “rejim” kaynaklıydı. 73 yıl sonra 1917-1990 komünist siyaset sona erince halklar yine birarada yaşamağa başladılar. Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde büyük bir şampiyon Naim Süleymanoğlu, Türkiye’ye kazandırıldı. Naum Şalamanov adıyla lanse edilmeğe çalışan “Cep Herkülü” lakabıyla namlı bu büyük sporcudan rahmetli Özal’a ilk bahseden kişiydim. O da bunu hiçbir zaman unutmadı ve bazı dış gezilerine birlikte gittik. Özal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da spor olaylarını çok yakından izledi. 3 Olimpiyat altın madalyasını Türkiye’ye taşıyan Ay-yıldızlı forma altında tam 22 defa dünya şampiyonlukları kazanan Naim, şimdi Sydney Olimpiyatlarına hazırlanıyor. Bu arada 1997 yılından itibaren dünyada bir numaralı halterci sayılan Halil Mutlu’nun da Bulgaristan doğumlu olduğunu belirtmeliyiz. Fedail Güler ki dünya rekorları kırmıştır, onun yanında Erdinç Aslan da keza Bulgaristan doğumludurlar.
Büyük Güreşçiler
Çok tanınmış. Dünya tarihine geçmiş modern Olimpik güreş yapan kimi adları saymadan önce Türkiye’mizde Yılın Sporcusu seçilen Ali Hüryılmaz’ı da buraya kaydetmeliyiz. Ali olağanüstü bir sporcuydu. Bisiklette bütün değerleri yeniledi, sonra kırıldı. Birleşik Amerikalara kapağı attı ki bir 15 yıl var, kendisinden bir daha haber alınamadı. Bulgaristan’dan Türkiye’ye ilk göç edenler arasında Hüseyin Akbaş’ın amansız rakiplerinden Necdet Zalev’i saymamız gerek. Necdet ile Akbaş, 1960 Roma Olimpiyatlarında sonra 1964 Yanbolu Balkan Şampiyonasında kapıştılar. Bulgaristan’ı temsil eden Türk asıllı bir sporcu Türkiye’yi temsil eden rakibine yenilirse “Bunu bilerek yaptın” iddiasıyla o dönemdeki rejimin bekçilerinden önemli zararlar görüyorlardı. Necdet Zalev, Türkiye’ye göçtü, Zalev soyadını “Kurt”a çevirdi ama pehlivanlık artık ondan geçmişti. Minderlere çıkmadı. 1972 yıllarında Anavatan’a ayakbasan Muharrem Atik, yiğit mi yiğit bir Deliorman Türk’ü olarak tarihe geçti. 1968-1993 dönemine rastlayan “madalyasız yıllarda” Türk Güreşi’nin temelini yeniden kuran adam olan Doç. Dr. Muharrem Atik, Bulgaristan’da iken komşu ülkenin önemli pehlivanlarından Enü Volcev’le güreşmiş ve onu yenmiş bir değerdi. Mahmud Demir, Ahmet Orel, Selahattin Yiğit, Selahattin Öztürk, Turan Ceylan, Metin Kaplan ve Ahmet Ak gibi şampiyonları 1938 Kırcaali doğumlu Muharrem Atik (Caferov) yetiştirdi. Fahri Yenigün, Burhan Sabancıoğlu, Halit Akgün, İbrahim Akgün, İsmail Hüsetinov (Kosukoğlu), Şenol Tenekecioğlu, Hayri Sezgin, Sıtkı Kadiroğlu, İrfan Çavuşoğlu, Emin Tenekecioğlu, Yusuf Cambaz, Yüksel Dinçer, İsmail Faikoğlu, Kamil Kocaoğlu, Remzi Murodoğlu, Sezgin Ayık, Rahmi Harunoğlu, Mustafa Hafızoğlu, İsmail Abilov (Nizamoğlu) Bulgar Milli Takımıyla çıktığı Kanada Turnesini yarıda bırakarak Türkiye’ye iltica eden İlyas Şükrüoğlu, Efrahim Kamberoğlu, Ali Kayalı özellikle Zekeriya Güçlü, spor tarihimizde yer alan Bulgaristan doğumlu güreşçilerin en başarılı olanlarıdır. Efrahim Kamberov’un “ad” değiştirme olayları sırasında “Karanfilov” falan eklemelerle milliyetinin değişeceğini sanan kimi art niyetli, komşuluk prensiplerine uymayanlar, daha sonra bu delikanlının Türkiye’ye gelerek Ay-yıldızlı forma altında ülkemize Avrupa Üçüncülüğü (1991 Stuttgart) kazandırdığını gördüler. 1990 yılında minik bir çocuk iken güreşlerini görüp “Türk Güreşinin Ağır Topu” başlığı altında kendisini tanıttığım Zekeriya Güçlü, tam 7 yıl Mahmud Demir’in gölgesinde kaldıktan sonra 1997 yılında Sibirya’nın göbeğinde (Krasnoyaraks) Türkiye’mize serbest kapışmaların hem de ağır sıkletinde dünya şampiyonluğu kazandırdı. Ali Kayalı, Remzi Muradoğlu, hem Türk hem Bulgar Milli takımı forması altında önemli sonuçlar alan yarışmacılardı.
Neden Balkanlar ve Kafkasya
Toprak ana, üstünde yaşadığı insanlara “fıtri” bir yetenek verir. Sözün gelişi dünyada hiç kimse İspanyol kadar iyi gitar, Alman kadar iyi piyano çalamaz, İngiliz gibi de iyi kriket oynayamaz. Yeryüzünde Türkler gibi de iyi güreşen yoktur. Baba, oğul, dede, birkaç kuşak bir işle uğraşmışsa elde edilen beceri genetik olarak nesilden nesile geçer, ticari beceride, askerlikte, güzel sanatlarda ve sporda “genetik” özelliklerin rolü bulunur. Toprak ana, İsveç’te yaşananlarla İsveç’te ki bitki örtüsünü, Çin’de yaşayan insanlarla Çin’de bulunan bitki örtüsünden ayırmıştır. Toprak Ana’nın insanlara ve bitkilere verdiği özelliğe “Genotik” özellik denir ki, İnsanların topyekün canlıların karakteristik oluşumlarında “Genotik” özelliklerin payı ölçüsüzdür. Toprak Ana, kendisine “hain” davranılırsa üzerinde yaşadığı canlılardan intikam alır. Sözün gelişi Hollanda’da bir inek, her gün 40 litre “süt” verirse, çevre katliamı yapılan yörelerde bir inekten ancak “üç dört” litre süt alınabilir. Bütün canlıların insanlardan bitki ve böceklere kadar hayat çizgisi de toprağa verilen kıymetle oranla artar ya da azalır. Bu gerçeği gözönünde bulundurduğumuz dünyanın en sağlam, en uzun ömürlü, aynı zamanda en iyi güreşen insanlarının bitki örtüsüyle adeta yeryüzü cennetini andıran Deliorman civarıyla Kafkasya’dan çıkmasının normal olduğunu anlarız. Askeri alıştırmalar açısından önem taşıyan “Pehlivanlık çalışmalarında” kat edilen genetik beceri kuşağı da Deliorman ve Kafkasya’da sağlam temeller oluşturmuştur. Türk Güreş tarihine geçen belli başlı bütün önemli güreşçilerin %95’i de Deliorman ya da Kafkasya bölgesinden Anadolu’muza gelip yerleşmiş ailelere mensuptur (Yaşar Doğu, Nurettin Zafer, haydar Zafer, Ali Yücel, Adil Candemir, Servet Meriç, Hamit Kaplan, Gazanfer Bilge, Mithat Bayrak, Sırrı Acar, Zekeriya Güçlü, Mustafa Dağıstanlı, Remzi Musaoğlu, Kazım Ayvaz gibi…) Genetik özellikleri, temizhava, besleyici, su zenginleştirir. Temiz havada yaşayan, mineral özellikleri yüksek su içen, ayrıca dengeli beslenen, genetik olarak ailelerinden kendilerine intikal eden beceriyle başarıya ulaşırlar. Hangi dalda olursa olsun bir insanın dileği işi başarması için önce hedefini seçmesi gerekir. Hedefini seçen bir dilediği zirveye %50 oranında yaklaşmış demektir, bundan sonraki bölüm, onun çalışmalarına bağlıdır. Törenlerin güreşle süslü olması, düğünlerde bayramlarda güreş sporu, yapılması çevre gençlerini de etkileyip bu spora yöneltir. Deliorman ve Kafkasya bu bakımdan dünyada belirgin izler taşıyan bölgelerdir. Çevre, Toprak Ana birlikte yaşadığı canlıları adeta tornadan geçirir, dilediği şekli verir. Sözün gelişi Çin’de bir yıldan beri yaşayan ve sadece kendi aralarında evlenen Yahudiler, giderek fiziki açıdan aynen Çinlilere benzemişlerdir. İslamiyet’in güreş sporunu övmesi, Peygamberimizin amcası Hazreti Hamza’nın, damadı Hazreti Ali’nin namlı birer Pehlivan olmaları da, dini öğelerle folklorun süslemesi neticesinde güreş zenginliğinin meydana çıkmasında payı vardır.
Kaynak
  • İsmail Kahraman, “Balkanlarda Osmanlı Medeniyeti Belgeseli – I Bulgaristan”, Gebze Gazetecilik ve Matbaacılık tesisleri, s. 58-67
  • TTK Başkanlığı Osmanlı Arşivleri
  • İslam Ansiklopedisi, Balkanlarda Türk Mührü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder