Atatürk’ün Türk Anaları için söylediği birkaç sözüyle yazıma başlamak istiyorum.
- Şuna inanmak gerekir ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir. Söylev ve Demeçler Ocak 1923
- Kadınlarımız, eğer milletin hakiki [gerçek] anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden ziyade münevver ve faziletkâr [fazla aydın ve erdemli] olmaya çalışmalıdırlar. 1923
- Kadın en büyük görevi, analıktır. İlk eğitim verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi yeterince anlaşılır. Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün gereklerinden biri de, kadınlarımızın her bakımdan yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da bilgin fen bilgini olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar, toplum hayatında erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcı, desteği olacaklardır. Atatürk’ten Söylev ve Demeçler Mart 1923
Toplumsal dönüşüm dönemlerinde sosyal- kültürel- ekonomik göstergeler de değişime uğrar. Bunlardan biri de kadının toplumsal konumudur. Bu yazımda amacım, sporun hiçbir zaman bir toplumdaki sosyal değişimden bağımsız olmadığını göstermektir. Bu amaçla Türk kadınının sosyal durumu; İslamiyet’ten önce, Osmanlı döneminde ve uluslaşma sürecinin başladığı Genç Türkiye Cumhuriyetinde ele aldım. Özellikle Genç Türkiye Cumhuriyetinde Medeni Kanunun yürürlüğe girmesiyle kadının yaşadığı toplumsal mağduriyet bir ölçüde giderilmeye çalışılmıştır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en başta gelen amacı ise, Osmanlı’nın ümmet yapısından ulus yapısına geçmek olmuştur. Ulus kavramı ise yurttaşlık kavramından ayrı düşünülemez. Bu bakımdan Fransız İhtilali’nin prensiplerinin temelini oluşturan Aydınlanma felsefesi ve özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi sosyal unsurlar yeni bir insan yaratma çabasına yol açmıştır. Artık eskinin köhne dogmalarından kurtularak, aklın ve bilimin egemen olduğu, çağdaş, ilerici bir yapı kurulmak istenmiştir. Çağdaş Türk ulusunun yaratılmasında eskinin “kul”luktan öteye gidemeyen cemaat insanının yerini, aklını özgürce kullanan, bilimin yol göstericiliğinde hareket eden, birbirleriyle her bakımdan eşit kadın ve erkeklerden oluşan bir toplum yapısı hedeflenmiştir.
Bu bağlamda spor olgusu da, bu toplumsal değişimlere aynı zamanda kendi içinde değişim göstermiştir. Genç Türk Cumhuriyeti’nin uluslaşma hedefine spor yoluyla da erişebileceği düşünülmüş, bu bakımdan sporda kadına da yer verildi.
İslamiyet’ten Önce Türk Kadını
İslamiyet’ten önce göçebelik döneminde Türk kadınının toplumsal konumu erkekle eşit düzeydeydi. VIII. Yy Orhun kitabelerinde Türk kadınından saygıyla bahsedilmektedir. “Türk kadını bu dönemde ata biner, kılıç kuşanır, ok atar, savaşlarda erkeğin yanında yer alırdı. Hatta erkeklerle güreşir, kendileriyle evlenmek isteyen erkeklerle düello eder, kendilerine yenilen erkeklerle evlenmezlerdi.” Yabancı diplomatik kuryeler, Han tek başına olursa huzura kabul edilmezler, ancak her ikisinin de mevcudiyetinde huzura gelebilirlerdi.” İslamiyet’ten önce Türk toplumlarında eşliliğe rastlanmazdı. Bir kız çocuğunun dünyaya gelmesi, mutsuz bir olay olarak algılanmazdı. Göktürkler döneminde [550–575] kadınlardan oluşan atlı birlikler vardı. Bunun yanında kadın, çocuklarının eğitiminden birinci derece sorumluydu. Toplumsal ve politik kararlara katılır, günlük yaşamın her bölümünde yer alırdı.
Osmanlı Döneminde Türk Kadını
Türkler, İslamiyet’i VIII. yy’da kabul etmeleri ve İslamiyet’in etkisiyle Türk kadının sosyal olumsuz bir şekilde değişmeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun teokratik yapısı kadının sosyal yaşantısına katı sınırlamalar getirmiştir. Bunun sonucu olarak Osmanlı İmparatorluğu döneminde kadın-erkek eşitliğinden asla söz edilemez. “Evlenmede kızın eşini seçme özgürlüğü yoktur. Evlenecek olan kız ve erkeğin anası-babası veyahut aile büyükleri buna karar verirdi.” Boşanma ise tek taraflı olarak erkeğe tanınan bir haktır. Kadının ailede hiçbir söz hakkı yoktur. Aile hukukunda ise kadın, erkekle eşit olarak mirastan pay alamaz. Mahkemelerde iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir. Bazı padişahlar ise kadınların kıyafetleri ile ilgili fermanlar çıkarmışlardı. Kadın istediği zaman sokağa çıkmazdı. Örneğin Sultan IV Mustafa [12.yy] kadınların evden dışarı çıkmasını yasaklanmıştı. Ancak bu durum bir Batılaşma hareketi olan 1839 Tanzimat Fermanıyla yavaş da olsa değişmeye başlamıştır. 1856 yılında çıkartılan Arazi Kanunu ile “Kız evlatların babalarından kalan topraklar üzerinde erkek kardeşler gibi veraset haklarına sahip olmaları tanınmaktaydı. Kölelik ve cariyelik kaldırılmaktaydı.” 1858 yılında kız öğrenciler için, 1869 yılında ise 6–11 yaş arasındaki kız çocukları için Sübyan okullarına devam zorunluluğu getirilmiştir. Bu okullarda öğretmenlerin de kadın olması öngörülmüştür. 1913–1914 yıllarında ise sadece İstanbul’da kız liseleri açılmaya başlamıştır. Kız öğrencilerin devam edeceği ilk Üniversitenin açılış tarihi ise 12 Eylül 1914’dür. II. Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamında ise ilk kez kadınların kendilerine hak mücadelesinde yer almıştır. 1917 yılında çıkartılan bir kararname ile de çok eşli evliliği kadının iznine bırakan hükümler yer almıştır. Bu dönemde kadınların talepleri eğitim hakkı, serbestçe sokağa çıkabilme, eğlence yerlerine gidebilme, çalışma hakkının tanınması gibi konularda yoğunlaşıyordu. Buna karşılık siyasal haklara, aile hukukuna ilişkin kadın talepleri henüz düşünülmemektedir. Tanzimat ve II. Meşrutiyet döneminde başlatılan özgürleşme hareketleri henüz sporda kadına da yer verecek kadar çağdaş bir çizgi taşımıyordu.
Ancak, yukarıdaki bilgilerin haricinde tarihimize yapılacak bir yolculukla kadınların Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında güreşten atletizme, yüzmeden diğer bazı sporlara kadar pek çok alanda hünerlerini sergilediğini görmekteyiz. Pehlivan Sultan Abdülaziz, Kadrancı Hail, Koca Yusuf, Kara Ahmet, Kurtdereli Mehmet Pehlivan’ın torunları olarak anıldık devamlı. Ama hiç kimse bizi Ayşelerin, Fatmaların, Eminelerin torunu olarak yad etmedi. Ya da biz güreşi erkek işi olarak görüp kadının güreşmesini içimize sindiremedik. “Kadının sporla ne işi var, mutfağına dönmeli” diyen seslerin arasıda birçok Türk kadını sporla ilgilendiği bilinmektedir. Bu bilgiler özellikle bizlere bazı kişiler tarafından ulaştırılmamaktadır. Oysa Orta Asya’dan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e kadar Türk Kadını neredeyse sporun her dalı ile ilgilenmiş. Kadın “kara çarşafa hapsedilmiştir” denilen Osmanlı döneminde bile atletizmden güreşe kadar sporun birçok dalı içindeki yerini almıştı. Bu konuda ortaya çıkan bir başka ayrıntı Avrupa ve Amerika’da kadın sporun içine alınmazken, Türk kadının resmi yarışmalarda becerisini sergilemesi olsa gerek.
İlk kadın güreşçi Kütahyalı Emine Pehlivanı bilseler söylediklerini geri alırlardı. Balkan Harbi’nden sonra çayır çimen geze geze para karşılığı güreşen Emine Bacı baş güreşlerinde alta düşüp “göbeğini güneşe göstermemiş” ilk kadın güreşçi olarak resmi tarihe geçen, dönemin birçok şampiyon güreşçilerine meydanı dar etmişti.
Uluslaşma Sürecinde Türk Kadını ve Spor
Türk kadını 1919–1923 yılları arasında süren Türk Kurtuluş Savaşı’nda cephede bizzat savaşmış, pek çok kahramanlık örnekleri göstermiştir. 29 Ekim 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmış, Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte kadın hakları da sosyal reformların önemli bir unsuru olarak ele alınmıştır. Atatürk, Genç Türkiye Cumhuriyetini kurduktan sonra kadın haklarına çok önem verdiğini şu sözlerle açıklıyor:
“Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organ işlemezse o sosyal toplum felçlidir.” Bu görüşün sonucu olarak 1926 yılında İsviçre’den alınan Yurttaşlar Yasası yürürlüğe konmuştur. Daha önce 1924 yılında da Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Öğretim Birliği sağlanmıştır. Böylece dinsel eğitimin yerini laik eğitim almıştır. 1927 yılında tüm Türkiye’de karma eğitime geçilmiştir. 1930 yılında da kadınlar oy kullanma ve belediye seçimlerinde aday olma hakkını elde etmişlerdir. Kadın-Erkek eşitliğini sağlamaya yönelik reformlar, Spor alanında da kendisine yer bulmuştur. “Atatürk’ün Türk sporuna gerçek desteği ve takısı sporun ülkede yaygınlaştırılması ve örgütlenmesi olmuştur.” Atatürk’ün spor anlayışında dil, din, ırk, cinsiyet, yaş sınırlaması yoktur. Bunun sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan bir yol sonra, bütün mali olanaksızlara karşın 1924 Paris Olimpiyatları’na katılmıştır. Kadınlar da bu gelişmeden olumlu etkilenmişler ve sporun çeşitli dallarında kendilerini göstermeye başlamışlardır.
- Cumhuriyetin kurulmasına daha üç yıl varken Melahat Aksel binicilikte isminden söz ettiriyordu. 1936 yılında Münih Enternasyonal At Terbiyesi Yarışmaları’nda birinci oldu.
- İlk Bayan yüzücümüz Leyla Asım Turgut 1920 yılında başlamış ve Fenerbahçe’de kulübünde yüzmüştür.
- Beden Eğitimi öğretmeni yetiştirecek okulların hizmete girmesi için 1926 yılında İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’nda bir spor kursu açılmıştır. Bu kurs için İsveç’ten biri bayan iki öğretmen getirilmiştir. Dokuz ay süren bu kursta başarı gösterenler yurtdışına gönderilmiştir. İlk Beden Eğitimi Öğretmeni Mesadet Sever 1928’de Kutlanan ilk 19 Mayıs Şenliği gösterisinde başlama komutunu verin kişi olmuştur.
- Türkiye Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1923’de kurulmasından sonra 1926 yılında Türk kadını ilk defa atletizm pistleri olmadığından patikalarda antrenman yaparak müsabakalara hazırlanan Neriman Tahsin, Vasfiye Hanım ve Emine Abdullah Galatasaray Kulübüne bağlı olarak uluslararası müsabakalara katıldılar. Oysa Dünyada gelişmiş ülkelerde dahi kadının atletizm pistlerinde boy göstermesi 1926 yılından sonradır.
- Kadınların kürek sporunda Fitnat, Nezihe ve Melek Özdil kardeşler Fenerbahçe adına geçilmeyen kardeşler olmuştur 1927 yılındadır.
- Tenis kortlarına ise Vecihe Taşçı 1923 yılında çıkmaya başlamışlardır. 1929 yılında ise Ankara’da bir grup kadın tarafından tenis kulübü kurulmuştur.
- Azize Hanım ve Samiye Morkaya ilk rallici kadınlar olarak isim yapmış. Azize Hanım 1927’de Yunanistan’ın dünyaca ünlü Akropol Rallisi’ne katılıp kategorisinde yarıştığı erkek rakiplerini geride bırakarak birinci olmuş. Ancak resmi kayıtlar ilk kadın rallici olarak Samiye Morkaya’yı kabul ediyor. Morkaya ayrıca Avrupa’nın ilk kadın rallicisi unvanını da taşıyor.
- Voleybolda ise takım kuracak kadar kadın sporcu bulunmadığından, ilk Türk voleybolcu Sabiha Rıfat Güreyman 1929 yılında Fenerbahçe erkek voleybol takımında oynamaya başlamıştır.
- Türk Kadını bisiklet sporuyla 1930 yılında tanışmıştır.
- İlk kadın cimnastikcilerimizden Mübeccel Argun ise 1941 yılında modern bir spor salonu açmıştır.
- 1930’larda ise yine bir Türk kadını Adana Seyhan Kulübünün başkanlığını üstlenmiştir.Bu Türk kadını, Türkiye’de ilk kadın federe kulüp başkanı Huriye hanımdır. Beden Terbiyesi Teşkilatında ise ilk federasyon üyesi kadın Güneş Çapa olmuştur.
- Azade Tarcan ise ablası Selma Tarcan ile Berlin’de jimnastik eğitimi almıştır.
- 1936 yılında Berlin’de yapılan Olimpiyat Oyunlarında iki eskrimci kadın sporcu, Halet Çambel ve Suat Aseni Türk ulusunu başarıyla temsil etmiştir.
“Araya giren İkinci Dünya Savaşı, iki Olimpiyat yılını 1940 ve 1944’ükan içinde yutmuştu. Sıra 1948’e geldiğinde savaş sonrasının Londra’da yapılan ilk Olimpiyatlarda bu kez genç bir Türk kızı atleti Üner Teoman pistlerdeydi.”
Böylece bedenini yüzyıllardır kapkara bir dünyada utanarak gizlemek zorunda kalan Türk kadını, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş, modern dünya görüşü nedeniyle -pek tabii ki en başta Atatürk’ün ilerici, akılcı, eşitlikçi, ulusçu, evrensel, insalcı öngörüşü sayesinde- pistlerde, kortlarda, stadyumlarda, gösterilerde, spor salonlarında özgürce hareket ettirme fırsatına kavuşmuş oluyordu.
Atatürk’ün Türk toplumuna getirdiği yenikler, Osmanlı Dönemindeki “ıslahat” ya da “reform” hareketlerinden çok farklıdır. Atatürk, Türk toplumunda tedrici değil, bütüncü değişim fikriyle yola çıkmıştır. Türk toplumunda gerçekleştireceği bütüncül değişimin başarılı olması için, toplumda kadının yerinin çağdaşlık ve bilimsellik doğrultusunda ele alınması gerekliliğini, kadının bir toplumun gelişmesinde ne kadar önemli bir varlık olduğunu gören ender dünya liderlerinden biridir. Atatürk’ün değişim hareketlerinin temel amacı insan hak ve özgürlüklerinin temelini oluşturduğu demokrasiyi gerçekleştirmektedir. Bunun içinde karanlıktan, akıl dışı hurafelerden, körü körüne bağlanılan dogmalardan kurtarmak kadar, kadın-erkek ayırt etmeden bedenleri de özgür kalmaktı. Bu açıdan Atatürk spora kadının katılımını da, sadece öjenik olarak ele almamış, kadın-erkek özgür ve eşit yurttaşlardan oluşacak ulus bilincinin temel taşlarından biri olarak görmüştür.
Kaynaklar
- Cem Atabeyoğlu (2000), Olimpiyat Oyunlarında Türk Kızları, Ok Yayınları-İstanbul, s.7,
- Ayşe Ütalay,Uluslaşma Sürecinde Kadın ve Spor, http://www.yvik.ork.tr/index
- M. Darga (1984), Eski Anadolu’da Kadın, İÜEF Yayınları-İstanbul, s.59.
- http://www.aksiyon.com.tr/detay
- E. Doğramacı (1997), Türkiye’de Kadının Dünü Bugünü, İş Bankası Kültür Yayınları-İstanbul, s.3.
- T. Dülgerbaki (2005), Eski Türklerde Uygulanan Serbest Zaman Etkinlikleri ve Spor, Grafic House, spor Yayınları-İstanbul, s.153.
- http://.voanews.com/turkish
- http://www.memocal.com/bgvh/DunyaKadinlarGunu.asp
- http://whurriyet.com.tr/kadin/8358901_p.asp
- http://www.ntvmsnbc.com/new/312295.asp
- http://www.ntmsnbc.com/print.asp?pid=437931
- http://tr.wikipedia.org/wiki/8_Mart_D%C3%BCNya_Kad%C4%B1nlar_G%C3%BCn...
- Gazeteciler Cemiyeti Yayınları (1982), Atatürk’ün Spora Bakışı, Gazeteciler cemiyeti Yayınları,-İstanbul, s.11.
- Tekeli (1982), Kadınlar ve Siyasal, Toplumsal Hayat, Birikim Yayınları-İstanbul, s.196.
- Burhan Aytekin, Toplumsal Hayattan Uzaklaştırmayalım Türk Sporunda Kadının Yeri, 12 Mart 2008, s.13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder