654 Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri
Festivali
Edirne Yenigün Gazetesi
okuyucuları,
Bir Edirne’li olarak küçüklüğümden beri sporun
içerisinde bulundum. Fakat Edirne ilimizde yapılmakta olan Tarihi Kırkpınar
Yağlı Güreşlerine spor yaşantım içerisinde takip etmedim ve bu spora da ilgi
duymadım. Budan 8 yıl önce, Tarihi Kırkpınar Güreşleriyle ilgili bir araştırma
yapmam konusunda kara vererek 2008 yılı 647 Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nden
itibaren araştırma çalışmalarıma başladım. Yedi yıllık dönem içerisinde birçok
belge topladım. Tarihi Kırkpınar haftası içerisinde birçok fotoğraf çektim. Bu
yılla birlikte Allah kısmet verirse 3 yılım kalıyor. On yıllık çalışmam
döneminde Geleneksel Türk Sporuna bir kaynak bırakmayı amaçlıyorum.
Çalışmalarım süresi içerisinde bana yardımcı
olanlara da huzurunuzda teşekkür ederim.
Bu yıl rahmetli olan duyarlı dostum Ali
Gümüşün, Güreş Tarihi, Türk Spor Vakfı Yayınları 5/4, 1988 yılında Türk
Spor Vakfı adına yayınlanan kitabından alıntı yaparak 654 Tarihi Kırkpınar
Güreşleri haftası içerisinde ki sizlere ilkyazımı aşağıda sunuyorum.
Güreşin Tarihsel Gelişimi
Güreşin başlangıcı, çok eski çağlara kadar
gider, tarihten önceki çağlardan elimizde açık belgeler her ne kadar yoksa da
insanların taş ve demir devrinden de güreştiklerine bizi inandıracak vesikalar
ortaya çıkarılmış bulunmaktadır.
Çok eski zamanlarda müdafaasız insan,
kendisini, düşmandan vücudu ile korur, sopa ve taş onun başlıca savunma
vasıtası olur, karşı karşıya gelince, bunlar da para etmezdi. Düşmana karşı
yapılan vücut müdafaasına hazırlanmak, daha önceden idmanlı bulunmakla kabildi.
Büyükler küçükleri yetiştirir, onlara tecrübelerinden istifade etmek suretiyle
bir takım faydalı bilgiler öğretirlerdi. Bunlar da pek tabii olarak bir güreş
karşılaşması ve idmanı şeklinde kendine gösterirdi.
Güreşin müdafaa vasıtası olmaktan çıkıp spor
haline gelişine kadar geçirdiği yıllar tarihin karanlıkları içinde
kaybolmaktadır. Bugünkü imkânlara dayanarak içinde kaybolmaktadır. Bugünkü imkânlara
dayanarak bir tahmin yapmak lazım gelirse, spor olarak kabul edilişi, milat
denilen İsa’nın doğuşundan önce yedi veya sekizinci yüzyıla kadar dayanır
denilebilir.
Güreşin, spor haline getirenlerin başında eski
Yunanlıları görmekteyiz.
Eski Yunanlıların yurtları olan Peleponez
(Mora) yarım adasının batı sahilinde ki Olemp şehrinde, yerlerin ve göklerin
tanrısı ve bütün ilahların babası denilen Zeus (Jupiter)’in namını anmak için
İsa’nın doğuşundan 776 yıl önce her dürt senede bir Haziran ayının sonunda
Olimpiyat Oyunları yapılırdı. Beş gün süren bu oyunların üçüncü gününde
pankreas denilen döğüşlü müsabakaları yapılırdı.
Törene, atletlerin geçişi ile başlanır, tören
bittikten sonra Heledonla denilen hakemlerden biri üzerinde harfler bulunan
balmumundan yapılmış kabukları çift çift bir torbanın içine koyardı. Her sporcu
bu kabuklardan birer tane çekerek, aynı harfleri çekenler birbirleri ile güreş
tutarlardı. Bundan sonra yenilenler çekilecek, yenenler de birbirleriyle
karşılaşacaklardı. Güreşecekler tek olursa, kurada en sona kalan ve işi
bulunmayan güreşçi Olimpiyat kuralları gereğince bütün müsabakaları kazanan ile
güreşecekti. Bu adeta güreşmeden müsabaka kazanmak gibi bir şeydi. Güreşeceği
bir tek güreşçi de ona gelinceye kadar iyice yorulmuş bulunacaktı.
Eski Olimpiyat Oyunlarının kurallarına göre
güreşirken rakibini kasten ve kazaen öldürmek yasaktı. Buna sebep olanlar
mükâfatlarından olacakları gibi para cezası ödemeye mahkûm olurlardı.
Günümüzün Greko-Romen’e benzeyen eski Yunan
güreşinde “Yağlı Güreş” de vardı. Yunan topraklarının, dolayısıyla Ege
bölgesinin bir zeytinyağı bölgesi oluşu, yağlanma işini kolaylaştırmak idi.
Güreşin zamanla Yunanlılardan Roma’ya geçtiği
görülmüştür. Yunan medeniyetinden ziyadesiyle faydalanan Romalılar, Yunan
güreşini kendilerine uydurdular. Greko-Romen branşında ve serbest
stilde yapılan güreşler Roma’da çok tutulmuştu. Bir rivayete göre Romalılara
güreş Etrüsklerden geçmiş, Yunanlılar da Etrüsklerden faydalanmışlardır.
Etrüskler, Orta Asya’dan kalkarak Avrupa’ya gelip
İtalya yarımadasına yerleşmişlerdir. Güreş tuttuklarına göre bunu yüzyıllar
önce Orta Asya’dan getirdikleri de pek tabiidir. O tarihlerde, Avrupa’dan daha
ileri medeniyete sahip Orta Asyalılarda güreşin varlığını düşünmek ne kadar
normal bir olaysa, kendilerinin pek yakınlarında yerleşen Etrüsklerle temas
eden Yunanlıların güreşi öğrendikten sonra Romalılara geçilmiş olması mümkün
görülmektedir.
Güreşin Avrupa’ya yayılışı Roma’dan başlar.
Greko-Romen stili böylece bütün dünya tarafından tanınan ve medeniyetle
birlikte ilerlemiş modern bir spor olmuştur.
Türkler de Güreş
Türkler, Büyük Göç’ten önce “Totemizm”
akidesinin verdiği hür ve serbest terbiyenin doğa güçlerine tapınmanın
etkisinde kalarak, doğaya, kuvvete tutkun karakteristik özellikleriyle
pehlivanlığı, asırlar boyunca baştacı yapmışlardır. İslamiyet’ten önce de her
Türk güreşi bilir ve yapılırdı. Ölen yiğitler silahlarıyla gömülür, mezarları
çevresinde dokuz gün dokuz gece süren güreşler düzenlenirdi. Yiğitlerin ölüm
yıldönümlerinde de yine üç gün üç gecelik güreş müsabakaları düzenlenirdi.
Atalarımız güreşe özel önem vermiş, bütün
sporlarda üstün tutmuşlardı. Binicilik ve atıcılığın yanında “Pujila”
da (Yakut Türklerinin buluşu bir tür boks) ve atlı
cirit
oyunlarından son derece usta olan Türkler, güreş de bütün
sporların temeli, terbiye verici, adeta bir ibadet şeklinde
kabul etmişlerdir.
Orta Asya’daki Türkler kendi aralarında harp
etmek istemezler, aralarında çıkan anlaşmazlıkları, karşılıklı çıkardıkları iki
pehlivanın kıyasıya güreşin sonucuna bağlarlar, yenen pehlivanın tarafı galip,
yenilen pehlivanın tarafı da mağlup sayılırdı.
Anadolu Selçuk
Türklerinin
devamı olan Osmanlı Türkleri, Doğu Roma İmparatorluğunun güreşçileri ve onların
güreş stillerini görmüşlerse de, bu güreş tarzıyla ilgilenmemişlerdir.
Rumeli’ye geçen Osmanlı Türkleri, bölgede
gördükleri yağlanarak yapılan güreşle ilgilenmişler ve güreşi kendilerine has
bir tarzda yapmaya başlamışlardır.
Osmanlı Türkleri yağlı güreşin gelişmesi için Güreş
Tekkelerini
(günümüzün spor kulüplerini) İmparatorluğun coğrafyası içerisinde açtılar.
Tekkelerle aracılığıyla güreşi yönettiler. Tekkelerin başkanlarına (Şeyh), sporculara (Mürit) adını verdiler.
Tekkelerde yapılan idmanlarda akıl durduracak
kadar başarılı olmuş, günümüz dahi eşine rastlanmayacak kadar teknik bilgiler
öğretilmiştir.
Tekke teşkilatı, Türk pehlivanlığının
yıllarca üstün kıvamda kalınmasına, bütün dünyaya ün salmasına yardım etmişti.
Günümüzde spora önem veren ülkelerde bile bu teşkilata, bu disipline ve tekniğe
sahip oldukları görülememektedir.
Tekkelerin sporcularının ve başkanlarının aylık
ve yemek vakfiyelerinden başka, birer ikişer imareti vardı ki, bu imaretlerde
isteyen halk gelen seyirciler, geçen seyyahlar parasız istedikleri gibi yer ve
içebilirlerdi. Bütün bu vakfiyeler zamanın Beylerbeyleri, paşaları, vezirleri,
ayanı ve Hakanları tarafından yüz binlerce altın hibe edilerek ortaya
çıkarılmıştı.
Osmanlı Türklerinde güreş iki stilde yapılırdı.
1.
Anadolu’da “Karakucak”
yani kuru güreş. Avrupalılar Serbest Güreş adını verdiler. Rumeli Türkleri
Karakucak Güreşine “Harman Güreşi” derler.
2.
Rumeli’nde (Trakya ve
Balkanlar’da) “Yağlı Güreş” yapılmaktadır. Yunanlılar tarafından, eski
Olimpiyat Oyunlarında güreşçilerin zeytinyağıyla yağlanarak yapılan güreşin,
bölgede bulunan Türkler tarafından benimsenerek yayıldığı belirtilmektedir. “Rumeli
Türkleri
eski Yunanlılara ait olan yağlı güreşi tamamıyla değiştirerek Türkleştirmişler
ve Yunan ilahları için tertiplenen Olimpiyat Oyunlarının bu spor dalını,
kendilerine has bir şekilde Müslümanlaştırmışlardır.” Yağlı güreşte tören çok
önemlidir. Güreşe başlamadan önce pehlivanlar soyunup deri kispetlerini
giydikten sonra yağ kazanının başına gelirler ve Kıbleye dönerek üç
ihlâs
bir fatiha okurlar,
pirleri Hasreti Hamza’ya dua ettikten sonra Cazgır tarafından seyircilere
tanıtılırlar. Yağlı güreş daha çok muvazene güreşidir.
Alıntı: Ali Gümüşün, Güreş Tarihi, Türk Spor
Vakfı Yayınları 5/4, 1988 yılında Türk Spor Vakfı adına yayınlanan kitabın
sayfa 3-16.
Burhan Aytekin, Edirne Yenigün Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder