23 Temmuz 2015 Perşembe

654 Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri Festivali


654 Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri Festivali
Edirne Yenigün Gazetesi okuyucuları,
Bir Edirne’li olarak küçüklüğümden beri sporun içerisinde bulundum. Fakat Edirne ilimizde yapılmakta olan Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşlerine spor yaşantım içerisinde takip etmedim ve bu spora da ilgi duymadım. Budan 8 yıl önce, Tarihi Kırkpınar Güreşleriyle ilgili bir araştırma yapmam konusunda kara vererek 2008 yılı 647 Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nden itibaren araştırma çalışmalarıma başladım. Yedi yıllık dönem içerisinde birçok belge topladım. Tarihi Kırkpınar haftası içerisinde birçok fotoğraf çektim. Bu yılla birlikte Allah kısmet verirse 3 yılım kalıyor. On yıllık çalışmam döneminde Geleneksel Türk Sporuna bir kaynak bırakmayı amaçlıyorum.
Çalışmalarım süresi içerisinde bana yardımcı olanlara da huzurunuzda teşekkür ederim.
Bu yıl rahmetli olan duyarlı dostum Ali Gümüşün, Güreş Tarihi, Türk Spor Vakfı Yayınları 5/4, 1988 yılında Türk Spor Vakfı adına yayınlanan kitabından alıntı yaparak 654 Tarihi Kırkpınar Güreşleri haftası içerisinde ki sizlere ilkyazımı aşağıda sunuyorum.
Güreşin Tarihsel Gelişimi
Güreşin başlangıcı, çok eski çağlara kadar gider, tarihten önceki çağlardan elimizde açık belgeler her ne kadar yoksa da insanların taş ve demir devrinden de güreştiklerine bizi inandıracak vesikalar ortaya çıkarılmış bulunmaktadır.
Çok eski zamanlarda müdafaasız insan, kendisini, düşmandan vücudu ile korur, sopa ve taş onun başlıca savunma vasıtası olur, karşı karşıya gelince, bunlar da para etmezdi. Düşmana karşı yapılan vücut müdafaasına hazırlanmak, daha önceden idmanlı bulunmakla kabildi. Büyükler küçükleri yetiştirir, onlara tecrübelerinden istifade etmek suretiyle bir takım faydalı bilgiler öğretirlerdi. Bunlar da pek tabii olarak bir güreş karşılaşması ve idmanı şeklinde kendine gösterirdi.
Güreşin müdafaa vasıtası olmaktan çıkıp spor haline gelişine kadar geçirdiği yıllar tarihin karanlıkları içinde kaybolmaktadır. Bugünkü imkânlara dayanarak içinde kaybolmaktadır. Bugünkü imkânlara dayanarak bir tahmin yapmak lazım gelirse, spor olarak kabul edilişi, milat denilen İsa’nın doğuşundan önce yedi veya sekizinci yüzyıla kadar dayanır denilebilir.
Güreşin, spor haline getirenlerin başında eski Yunanlıları görmekteyiz.
Eski Yunanlıların yurtları olan Peleponez (Mora) yarım adasının batı sahilinde ki Olemp şehrinde, yerlerin ve göklerin tanrısı ve bütün ilahların babası denilen Zeus (Jupiter)’in namını anmak için İsa’nın doğuşundan 776 yıl önce her dürt senede bir Haziran ayının sonunda Olimpiyat Oyunları yapılırdı. Beş gün süren bu oyunların üçüncü gününde pankreas denilen döğüşlü müsabakaları yapılırdı.
Törene, atletlerin geçişi ile başlanır, tören bittikten sonra Heledonla denilen hakemlerden biri üzerinde harfler bulunan balmumundan yapılmış kabukları çift çift bir torbanın içine koyardı. Her sporcu bu kabuklardan birer tane çekerek, aynı harfleri çekenler birbirleri ile güreş tutarlardı. Bundan sonra yenilenler çekilecek, yenenler de birbirleriyle karşılaşacaklardı. Güreşecekler tek olursa, kurada en sona kalan ve işi bulunmayan güreşçi Olimpiyat kuralları gereğince bütün müsabakaları kazanan ile güreşecekti. Bu adeta güreşmeden müsabaka kazanmak gibi bir şeydi. Güreşeceği bir tek güreşçi de ona gelinceye kadar iyice yorulmuş bulunacaktı.
Eski Olimpiyat Oyunlarının kurallarına göre güreşirken rakibini kasten ve kazaen öldürmek yasaktı. Buna sebep olanlar mükâfatlarından olacakları gibi para cezası ödemeye mahkûm olurlardı.
Günümüzün Greko-Romen’e benzeyen eski Yunan güreşinde “Yağlı Güreş” de vardı. Yunan topraklarının, dolayısıyla Ege bölgesinin bir zeytinyağı bölgesi oluşu, yağlanma işini kolaylaştırmak idi.
Güreşin zamanla Yunanlılardan Roma’ya geçtiği görülmüştür. Yunan medeniyetinden ziyadesiyle faydalanan Romalılar, Yunan güreşini kendilerine uydurdular. Greko-Romen branşında ve serbest stilde yapılan güreşler Roma’da çok tutulmuştu. Bir rivayete göre Romalılara güreş Etrüsklerden geçmiş, Yunanlılar da Etrüsklerden faydalanmışlardır.
Etrüskler, Orta Asya’dan kalkarak Avrupa’ya gelip İtalya yarımadasına yerleşmişlerdir. Güreş tuttuklarına göre bunu yüzyıllar önce Orta Asya’dan getirdikleri de pek tabiidir. O tarihlerde, Avrupa’dan daha ileri medeniyete sahip Orta Asyalılarda güreşin varlığını düşünmek ne kadar normal bir olaysa, kendilerinin pek yakınlarında yerleşen Etrüsklerle temas eden Yunanlıların güreşi öğrendikten sonra Romalılara geçilmiş olması mümkün görülmektedir.
Güreşin Avrupa’ya yayılışı Roma’dan başlar. Greko-Romen stili böylece bütün dünya tarafından tanınan ve medeniyetle birlikte ilerlemiş modern bir spor olmuştur.
Türkler de Güreş
Türkler, Büyük Göç’ten önce “Totemizm” akidesinin verdiği hür ve serbest terbiyenin doğa güçlerine tapınmanın etkisinde kalarak, doğaya, kuvvete tutkun karakteristik özellikleriyle pehlivanlığı, asırlar boyunca baştacı yapmışlardır. İslamiyet’ten önce de her Türk güreşi bilir ve yapılırdı. Ölen yiğitler silahlarıyla gömülür, mezarları çevresinde dokuz gün dokuz gece süren güreşler düzenlenirdi. Yiğitlerin ölüm yıldönümlerinde de yine üç gün üç gecelik güreş müsabakaları düzenlenirdi.
Atalarımız güreşe özel önem vermiş, bütün sporlarda üstün tutmuşlardı. Binicilik ve atıcılığın yanında “Pujila” da (Yakut Türklerinin buluşu bir tür boks) ve atlı cirit oyunlarından son derece usta olan Türkler, güreş de bütün sporların temeli, terbiye verici, adeta bir ibadet şeklinde kabul etmişlerdir.
Orta Asya’daki Türkler kendi aralarında harp etmek istemezler, aralarında çıkan anlaşmazlıkları, karşılıklı çıkardıkları iki pehlivanın kıyasıya güreşin sonucuna bağlarlar, yenen pehlivanın tarafı galip, yenilen pehlivanın tarafı da mağlup sayılırdı.
Anadolu Selçuk Türklerinin devamı olan Osmanlı Türkleri, Doğu Roma İmparatorluğunun güreşçileri ve onların güreş stillerini görmüşlerse de, bu güreş tarzıyla ilgilenmemişlerdir.
Rumeli’ye geçen Osmanlı Türkleri, bölgede gördükleri yağlanarak yapılan güreşle ilgilenmişler ve güreşi kendilerine has bir tarzda yapmaya başlamışlardır.
Osmanlı Türkleri yağlı güreşin gelişmesi için Güreş Tekkelerini (günümüzün spor kulüplerini) İmparatorluğun coğrafyası içerisinde açtılar. Tekkelerle aracılığıyla güreşi yönettiler. Tekkelerin başkanlarına (Şeyh), sporculara (Mürit) adını verdiler.
Tekkelerde yapılan idmanlarda akıl durduracak kadar başarılı olmuş, günümüz dahi eşine rastlanmayacak kadar teknik bilgiler öğretilmiştir.
Tekke teşkilatı, Türk pehlivanlığının yıllarca üstün kıvamda kalınmasına, bütün dünyaya ün salmasına yardım etmişti. Günümüzde spora önem veren ülkelerde bile bu teşkilata, bu disipline ve tekniğe sahip oldukları görülememektedir.
Tekkelerin sporcularının ve başkanlarının aylık ve yemek vakfiyelerinden başka, birer ikişer imareti vardı ki, bu imaretlerde isteyen halk gelen seyirciler, geçen seyyahlar parasız istedikleri gibi yer ve içebilirlerdi. Bütün bu vakfiyeler zamanın Beylerbeyleri, paşaları, vezirleri, ayanı ve Hakanları tarafından yüz binlerce altın hibe edilerek ortaya çıkarılmıştı.
Osmanlı Türklerinde güreş iki stilde yapılırdı.
1.     Anadolu’da “Karakucak” yani kuru güreş. Avrupalılar Serbest Güreş adını verdiler. Rumeli Türkleri Karakucak Güreşine “Harman Güreşi” derler.
2.     Rumeli’nde (Trakya ve Balkanlar’da) “Yağlı Güreş” yapılmaktadır. Yunanlılar tarafından, eski Olimpiyat Oyunlarında güreşçilerin zeytinyağıyla yağlanarak yapılan güreşin, bölgede bulunan Türkler tarafından benimsenerek yayıldığı belirtilmektedir. “Rumeli Türkleri eski Yunanlılara ait olan yağlı güreşi tamamıyla değiştirerek Türkleştirmişler ve Yunan ilahları için tertiplenen Olimpiyat Oyunlarının bu spor dalını, kendilerine has bir şekilde Müslümanlaştırmışlardır.” Yağlı güreşte tören çok önemlidir. Güreşe başlamadan önce pehlivanlar soyunup deri kispetlerini giydikten sonra yağ kazanının başına gelirler ve Kıbleye dönerek üç ihlâs bir fatiha okurlar, pirleri Hasreti Hamza’ya dua ettikten sonra Cazgır tarafından seyircilere tanıtılırlar. Yağlı güreş daha çok muvazene güreşidir.
Alıntı: Ali Gümüşün, Güreş Tarihi, Türk Spor Vakfı Yayınları 5/4, 1988 yılında Türk Spor Vakfı adına yayınlanan kitabın sayfa 3-16.

Burhan Aytekin, Edirne Yenigün Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder