31 Temmuz 2011 Pazar

1 Ağustos 2011 Hoşgeldin Ramazan ve Hoşça Kalın

Hoşgeldin Ramazan

Sevincisiyle ve Üzüntüsüyle birçok Ramazanlar yaşadım. Allah beni bu günlere getirdi. Sağlık nedeniyle bir türlü son yıllarda Ramazan ayında oruç tutamadığım için üzüntülüyüm. Oruç tutan Müslümanların oruçlarının Allahtan kabulünü olmasını dilerim.  
Benim Ramazan aylarını yaşadığım gibi benden önce yaşayan büyüklerim gibi benden sonra ki küçüklerde yaşayacaklardır. Hayat devam ediyor.
Birçok görsel ve yazılı yayın organlarında bir ay boyunca Ramazanla ilgili bilgili yayınlanacaktır. Benim sitemde bu konuyla ilgili bilgileri size veremeyeceğim. Fırsat buldukça yayınlamaya çalışacağım.

 Hoşça Kalın

Tatile gideceğimden ve orada İnternet kullanma imkânım olmadığındandır.

Sitemin yayına girdiği Ekim ayının son günlerinden günümüze kadar 6227 dostum sitemi takip etmiş bulunmaktadır. Demek ki bu şekilde takip edilme bana kuvvet verdi. Yeni arayışlara yöneldim.
Sitem de belli bir süre yazılarım olmayacaktır. Fırsat buldukça yinede sizlerle birlikte olmaya çalışacağım.
Şu anda tarihi belli olmamakla birlikte yeni dönemde sitemde bazı yeniliklerinde olacağını bildiririm.
Dostlarıma iyi günler dilerim. Hoşça kalın.

31 Temmuz 2011 Atatürk'ün Subaylara Hitaben Yaptığı Konuşma


 Atatürk'ün 
Subaylara Hitaben 
Yaptığı Konuşma

Atatürk’ün subaylara hitaben yaptığı konuşma 31 Temmuz 1920 bizler onlara güvenerek barış döneminde başımızın tacı ettik. Şimdi huzurumuz yok ve onların görev zamanıdır. Halk vatanına ve ulusuna karşı verilen emirleri yerine getirme emrini veriyor. Emperyal güçler halkı aldatırken onların eksikliğini hissetmektedir. Toplum teslim alınmaktadır. Buna seyirci kalma hakları yoktur. Vatan Türk subaylarından görev bekliyor.

Kaynaklar
  • Atatürk’ün, Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, AKDTYK.
  • Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK.
  • Afet İnan, Atatürk hakkında Hatıralar ve Belgeler, İş Bankası Yayınları.

30 Temmuz 2011 'Efendiler! Kararımız Taarruzdur'


‘Efendiler! 
Kararımız Taarruzdur’

26 Ağustos’ta başlayacak olan Büyük Taarruz öncesi hazırlıklar yapılırken Mecliste bir huzursuzluk baş göstermişti. Yunanlıların hâlâ Anadolu’nun ortasında bulunmaları, Meclis’te ordu aleyhine bir hava oluşturmuştu. “…Ordu niçin taarruza geçmiyor? Mutlaka taarruz edilmelidir, hiç olmazsa sınırlı belirli bir cephede taarruz yapılmalıdır ki ordumuzun taarruz kabiliyeti olup olmadığı anlaşılsın” deniyordu. Mustafa Kemal Paşa bu eleştirilere şu cevabı vermişti. “Efendiler, ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi hazırlığımız tamamen ikmale biraz daha zaman lâzımdır. Yarın hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten daha fenadır.”
Mustafa Kemal Paşa ne zaman taarruz edeceğini de şu şekilde açıklamıştı. “Tam üç vasıtanın hazırlandığı kâfi derecede olduğunu görmek lüzumunu, hissediyorum. Onlardan, birincisi ve en mühimi ve asıl olanı doğrudan doğruya milletin kendisidir…
İkincisi milleti temsil eden meclisin milli arzuyu belirtmede ve bunun gereğini kanaatle uygulamada göstereceği azim ve celadettir. Meclis ne kadar çok dayanışma ve birlik halinde milli arzuyu tecelli ettirirse, düşmana karşı o kadar kuvvetli üstünlük aracına malik oluruz. Üçüncü araç milletin silahlı evlatlarından ibaret olup düşman karşısında (yardım için koşup toplanmış) bulunan ordumuzdur.”

Kaynaklar
  • E. Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Berkalp Kitapevi.
  • Atatürk’ün, Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, AKDTYK.
  • Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK.
  • Enver Ziya Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1918-1965, Milli Eğitim Bakanlığı, Basımevi.

29 Temmuz 2011 Unutulan Balkan Türklerinin Sorunları

Unutulan Balkan Türklerinin
Sorunlar Grafiği Üzerine
Bir Değerlendirme
Kader Özlem*
Ülkemizin son dönemde iç ve dış politikadaki yoğun gündemi, artan terör, malum çevrelerin ‘özerklik’ (!) açıklamaları ve yapay azınlık çalışmaları son hızla devam ederken; yanı başımızda Türkiye’nin ‘garantör devlet’ olarak teminatı altında bulunan, Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra bölgedeki şanlı ama bir o kadar da hüzün dolu bir geçmişin mirası olan ve günümüzde ‘gerçek azınlıklar’ olarak bölgede varlığını sürdürmeye çalışan Balkan Türklerinin ülkemizde pasif bir tepki ve unutkanlık psikoloji içinde izlendiği görülmektedir.
Son birkaç aylık dönemde Balkan Türkleriyle ilgili gelişmeler, ülkemizde yine bu alana heves duyan bir küçük bir grup tarafından takip edilmekle birlikte; kümülatif olmayan, tekil konu başlıkları altında ele alınmıştır. Kanaatimizce, konuların tekil incelense de; bütüncül bir çerçeveye oturtulması gereklidir. Ancak bunu Balkan topluluklarında görülen (ki özellikle Balkanlı Ortodoks Hıristiyanlarda oldukça yaygındır) ‘düşman yaratma’ hastalığı ve tarihsel paranoyaya kapılmaksızın gerçekleştirmek sağlıklı sonuçlar verir.
Genel bir yaklaşımla, Balkan Türklerinin sorunlarına bakıldığında; görülen husus hemen hemen bütün Balkan Türklerinin kimliksel anlamda sıkıntılarla karşı karşıya bırakılmak istendiğidir. Bir milleti ayakta tutan kültürün en önemli öğelerinin dil ve din olduğu yadsınamaz bir realite iken; bu noktada, özellikle Batı Trakya’daki ve Bulgaristan’daki Türklerin her ikisinden de muzdarip olundukları görülmektedir. Türkçe eğitim, müftülük sorunu, yoğun misyoner çalışmaları, ekonomik geri kalmışlık, din görevlileri ve Türkçe öğretmen konusundaki yetersizlik, hâkim kimliğin uyum ve bütünleştirme adı altında asimilasyon faaliyetleri, ılımlı milliyetçi çoğunluğun mesaj veremediği noktalarda LAOS, ATAKA, VMRO gibi aşırı milliyetçi grupların devreye girmesi ve bunların provokasyon amaçlı eylemleri,  Müslüman Türk nüfus kitlesini, Türk, Pomak, Roman diye etnik gruplara ayırarak Müslüman adı altında birleştirme gayretleriyle sonra bu grupları yine etnik gruplara bölmek suretiyle farklı bir stratejinin uygulanması, kısıtlı kaynaklar nedeniyle mevcut Türkçe yayın organlarının kapanma tehlikesi, ekonomik açıdan sorun yaşamayan neşriyatların ise tazminat cezalarına boğulması gibi, bir dizi husus iki azınlık grubumuzun ortak sorunlarını içermektedir. Kaldı ki;  Bulgaristan Türkleri açısından mesele daha trajiktir. Ortak sorun yaşayan iki kitlenin farklı tepkiler vermesi Batı Trakyalıların ‘iradî azınlık’ olmasından; Bulgaristan Türklerinin ise ‘kültürel azınlık’ olmasından ileri gelmektedir. Diğer bir deyişle, Batı Trakyalılar her dönemde teyakkuz halinde olmaya meyilli iken; Bulgaristan Türkleri kriz oldukça sertleşme eğilimindedir. Baş müftülük krizi ve Mayıs ayındaki cami saldırısı bu noktada önemli örneklerdir. Ancak bütün Balkan Türklerinin görmediği bir husus vardır: Katı asimilasyon dönemleri bitmiştir; artık modern asimilasyon dönemleri yaşanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, askeri araçlarla asimilasyon yerini İngiliz metotlarına, Ali Cengiz oyunlarına bırakmıştır. 
Bulgaristan’da son dönemde yaşanan bir iki hususa dikkat çekmek lazımdır. Bulgaristan Türkleri nüfus itibariyle diğer Balkan Türklerinin toplamının iki katından daha fazladır. Bu açıdan, Balkan Türklerinin en önemli mihenk taşı olarak da nitelendirilebilir. Ancak, ülkedeki 2011 yılı nüfus sayımına göre, Bulgaristan Türklerinin sayısı 588 bin 313’e[i] gerilemesi tarihsel süreç içerisinde görülen en alt düzeyi ifade etmektedir. Bunda, ülkedeki Türklerin ekonomik sorunlar nedeniyle yurtdışına yoğun göçlerinin etkisi büyüktür. Ayrıca, nüfus sayım metotları, yurtdışındaki pek çok Bulgaristan Türkünün demografik istatistiklerde yer alamamasına yol açmıştır. Kanaatimizce Bulgaristan Türklerinin sayısı 800.000 sınırının biraz daha üzerinde; Müslümanlar ise 1,5 milyon dolayındadır. Ancak, burada dikkat çeken, Bulgar Devleti’nin sayım sonuçlarıyla eriyen Bulgar nüfusunu gizleme çabasıyla, bununla birlikte Türk ve Müslüman grup üzerindeki psikolojik harekâtıdır. Öte yandan,  Bulgaristan’da Başmüftülük krizi büyük ölçüde çözülse de; küçük çaplı hukuk sorunları hâlâ devam etmektedir.  Güncel farklı bir sorun ise, ülkede yeni yürürlüğe giren ikamet yasasıyla oy kullanmak için yerel seçimlerden önce 4 ay ülkede oturma zorunluluğunun getirilmesidir.[ii] Aslında söz konusu seçim yasası, Bulgar Devleti’nin Türkiye’den her seçimde gerçekleşen göçmen akınını engelleme isteğiyle Türklerin ezici çoğunlukta olmadığı ancak yerel yönetimleri elinde buldurduğu yerleri ‘devirme’ arzusunun bütünleşmiş ifadesidir. Yerel seçimler için ‘seçmen turizmine’ çözüm bulan Sofya Yönetimi’nin genel seçimler için de paralel bir alternatif üreteceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Diğer taraftan, kurumsal açıdan Bulgaristan Türklerinin gerek siyasi temsil anlamında gerek Türkiye’deki sivil toplum örgütleri bazında hiç olmadığı kadar büyük bir kimlik krizi yaşadığı ve açmazda bulundukları görülmektedir. Nitekim bu durum kendi içinde ‘anti’ hareketleri doğurmakta ve azınlık yapılanmalarının yıpranmasına yol açmaktadır.
Makedonya ve Kosova Türklerinde de kimliksel tehditlerin yaşandığı gözlenirken; Batı Trakya ve Bulgaristan’dan temel farkları, tehdidin kaynak noktasının Müslüman bir topluluk olmasıdır. Nüfus sayımlarında Türklerin Arnavutlar tarafından farklı bir kimlik beyanına zorlanmaları bu noktada temel olabilecek bir örnektir. 
Makedonya ve Türkiye arasındaki olumlu ikili ilişkiler Türk azınlığın durumunda göreli bir iyileşme yaratsa da; Türkçe’nin resmi dil olma sorunu (yüzde 20’lik nüfus sınırlaması),  Türkçe eğitim ve hassas olan etnik ve dinî dengeler (Şubat 2011’de Üsküp’teki çatışma örneği) önemli konu başlıklarıdır. Makedonya Türkleri için esas tehlike ise azınlık grubu içerisindeki görüş farklılıkları ve kurumsal bölünmüşlüktür. Yaklaşık 70 bin kişilik bir azınlık grubunun 3 siyasi partiye ve 50’nin üzerinde sivil toplum örgütüne bölünüp,[iii] bütüncül hareket edememesi izahı zor bir durumu ifade etmektedir. Özellikle, Haziran 2011’deki seçimler bu bölünmüş yapıyı çok daha belirgin hale getirmiştir. Ne var ki, azınlığın içsel sorunuymuş gibi gözüken bu statükonun devamını isteyen ülke, bölge ve kıta geneline yayılan odakların var olduğu biline gelmektedir. 
Kosova Türklerinin bölünmüşlük sorunu Makedonya Türklerine nazaran çok daha minimize edilmiş bir durumdayken; Türkçe konusunda yaşanan sıkıntılar kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Örneğin, 1974 Yugoslavya Anayasası’nda Türkçe resmi dil statüsündeyken, Türkler de kurucu unsurlardan birisiydi. 2008 yılında bağımsız olan Kosova Anayasası’nda ise, Türkler azınlık bir grup haline getirilerek, Türkçe resmi dil olmaktan çıkarılmış, yerel yönetimler düzeyine indirgenmiştir.[iv] Kurucu unsur kapsamına ise nüfus açısından ezici çoğunluğu oluşturan Arnavutların yanı sıra, bugünlerde Mitroviça’da Müslüman Kosovalılara kurşun sıkan sadece Sırpların dâhil edilmesi düşündürücü olmuştur. Kosova’da 2005 yılından itibaren Resmi Gazete Türkçe olarak da yayınlanmaktayken; 2010 yılında baskısı kaldırılmak istenmişti. Neyse ki, görünürde KDTP’nin, arka planda ise Türkiye’nin etkin girişimleri bu süreci lehte sonuçlandırmıştır. Geçmiş dönemlerde kapatılan/kapanmak zorunda kalan Yeni Dönem Gazetesi ile Temmuz 2011’de Mehmetçik FM’in alınan bir kararla yayın hayatına son vermesi[v] (Kosova’daki Türk askeri bu kararı almıştır) Türkçe’nin akıbetini düşündürür olmuştur. Kosova’da Türkçe olarak yayın hayatına başlayan yeni neşriyatlar olsa da; istenilen düzeyde değildir. Yine aynı şekilde, Makedonya’daki resmi için yüzde 20’lik nüfus kotası, Kosova’da yüzde 5 olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki, yasal mevzuat bunu emretse de, Prizren Belediye ambleminde olduğu gibi uygulama hataları görülmektedir. Kazanılan hukuk mücadelelerine rağmen, Kosova’da üstünlerin hukukunun egemen olduğu görülmektedir. Okullarda Türkçe eğitim görenlerin sayısındaki azalma ile üniversitelerdeki Türk akademisyenlere yapılan baskılar işin farklı bir boyutunu oluşturmaktadır. Bütün bunlarla birlikte, Kosovalı Türklere hâkim grubun etnik baskıları dâhil edildiğinde, sanılandan daha çetrefilli bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Kosova ve Makedonya’daki etnik baskı konusunun arka planında Türkiye’den bölgeye giden gerek kamu, gerek yerel yönetim görevlilerinin göz yummasının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Kanaatimizce Ankara’nın genel olarak bu faaliyetlere kayıtsız kalması, ‘Katolikleştirilme tehdidi altında bulunan Kosova’nın Müslüman kalabilmesini sağlamak için, dindaş Arnavutları üzmemek, bilakis kazanmak ve Priştina’yı Ankara ekseninden fazla uzaklaştırmamak’ stratejisine dayanmaktadır.
Balkan Türklerinin ifade edilmeye çalışılan bu sorunlu grafiğinin arka planında, tarihsel Şark Meselesi bulunmaktadır. Konjonktür itibariyle modernize edilen söz konusu tarihsel kavram, ilk ortaya çıkışı itibariyle, Türkleri Avrupa’dan atmak ve daha sonra geldikleri yere geri göndermek olsa da; yapılmak istenen bu suikast Lozan’la durdurulmuştu. Daha sonra farklı formatlara bürünen proje, Soğuk Savaş sonrası dönemde modern haliyle ortaya çıkmış; ilk denemesini Bosna Hersek’te yapmıştır. 11 Eylül 2001 sonrası süreçte ise, Avrupa’da iyice kendini hissettiren İslamofobia, sıradan muhafazakârları bile etki altına alırken; aşırılık yanlılarını ise daha da sertleştirmiştir. Avrupa Birliği belgelerinde adını Türklerin verdiği Balkanlar ifadesi yerine ‘Güneydoğu Avrupa’ kullanılması konusunda ısrardan, Norveçli cani Anders Breivik’in manifestosundaki ilgili ifadelere; Balkanlar’da Yugoslavya’nın kanlı dağılma sürecinden, bölgedeki Türklerin birbirinden bağımsızmış gibi gözüken ama aynı bütünün parçaları olan sorunlarına kadar geniş bir yelpaze Modern Şark Meselesi’nin görünen yüzünü işaret etmektedir.
Avrupa’nın İstanbul’dan, Türkiye’nin ise Bosna’dan başlayan güvenlik eksenleri Balkanlar coğrafyasında çakışmaktadır. İki aktörün farklı güvenlik algılamalarının uzun vadede taban tabana tezat olduğu görülmektedir. Balkan Türklerinin sorunları zamanla iyice kemikleşen bir görünüme bürünürken; Ankara Yönetimi’nin uzun vadeli politikalar izleyerek daha sistematik ve profesyonel kurumlarıyla hareket etme zarureti ortaya çıkmaktadır.

Kaynaklar

* Kader Özlem, Uluslararası İlişkiler Uzmanı, kaderozlem@gmail.com
[i] “Bulgaristan’da Nüfus Sayımı”, TRT Haber, 21.07.2011 http://www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=37fbb5fc-c9cc-4850-b2bb-201dc7ec24f9 ,  (28.07.2011)
[ii] “Kırcaali İli Nüfusunun % 40 ‘ı Seçimlerde Oyunu Kullanamayacak”, Kırcaali Haber, 07.12.2011, http://www.kircaalihaber.com/?pid=3&id_news=7291 (28.07.2011) 
[iii] “Makedonya Türklerinin En Büyük Sorunu Bölünmüşlük”, Milli Gazete, 22.12.2010, http://www.milligazete.com.tr/haber/makedonya-turklerinin-en-buyuk-sorunu-bolunmusluk-185321.htm , (28.07.2011)
[iv] Mevcut Kosova Anayasası için bkz. “Constitution of the Republic of Kosovo”, 5. Madde, http://www.kushtetutakosoves.info/repository/docs/Constitution.of.the.Republic.of.Kosovo.pdf (29.07.2011)
[v] Prizren’den Yayın Yapan Mehmetçik FM Kapandı”, Kosova Haber, 04.07.2011, http://www.kosovahaber.com/?page=2,12,7366 , (29.07.2011)

28 Temmuz 2011 Bir Mücadele Kahramanı Tunalı Hilmi


Bir Mücadele Kahramanı
Tunalı Hilmi

8 Temmuz 1920’de Yunanlıların Bursa’yı işgal etmesi üzerine, Ankara’da Mustafa Kemal’in de katıldığı protesto mitinginde konuşma yapan Tunalı Hilmi’ydi. 28 Ağustos 1871’de Eskicuma’da doğan ve Jön Tür Hareketi’nin önde gelen isimlerinden olan Tunalı Hilmi, Fatih Askeri Rüştiyesi’ni bitirmişti. Kuleli Askeri Rüşdiyesi’ni bitirmişti. Kuleli Askeri İdadisi öğrenciyken Teşvik adlı gizli bir haftalık dergi çıkardığı için tutuklanmış, daha sonra girdiği Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de “Gizli Mektepliler” adlı bir örgüt kurmuş. Ekim f895’te, son sınıf öğrencisiyken Avrupa’ya kaçarak Cenevre Üniversitesi’nde sürdürerek pedagoji bölümünü bitirmişti.
Mücadele çizgisini ılımlı bulduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde Osmanlı İhtilal Fırkası’nı kurmuştu. II. Meşrutiyet’in ilanından (1908) sonra İstanbul’a gelmiş, başta İnkılâp olmak üzere çeşitli yayın organlarında yazılar yazmış, 1920’de Bolu Mebusu olarak son Osmanlı Meclisi Mebusanı’na girmiş, İstanbul’un işgali ve meclisin çalışamaz duruma düşüp dağılması üzerine Ankara’ya geçmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gene Bolu’yu temsil etmişti. Mayıs 1920’de Ereğli’yi (Karadeniz) işgal etmek isteyen Fransız birliğine karşı direnişi örgütleyen Tunalı Hilmi, 1921 Anayasası’nın hazırlık çalışmalarına katılmış ve TBMM’deki uzun ve ateşli konuşmalarından ötürü adından sık sık söz ettirmişti. II.(1923-1927) ve III.(1927-1931) Dönemlerde TBMM’de Zonguldak Milletvekili olarak görev almıştı. Tunalı Hilmi İstanbul’da öldü.

Kaynaklar
  • E. Behnan Şapolyo, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1918-1950, Milli Eğitim Bakanlığı, Basımevi
  • E. Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Berkalp Kitapevi.
  • Mükerrem K. Su-Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Türkiye Cumhuriyet İnkılâp Tarihi, Milli Eğitim Bakanlığı, Basımevi.