Avrupa Baharı
Sevgili dostlarım Yunanistan'ın Batı Trakya Bölgesinde Çıkan Batı Trakya Net sitesinde okuduğum bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Herkes merakla Orta Doğu’da ve Kuzey
Afrika’da yaşanan “Arap Baharı” ile ilgili haberleri izliyor. Tunus’tan Mısır’a,
Libya’dan Suriye’ye ve hatta bütün diğer Arap ülkelerine sıçrayan siyasi
bunalımlar büyüyor.
Birindeki kriz, diğerindekini tetikliyor. Arap dünyasında
rejimler, liderler, yönetimler değişiyor. Meydanlarda isyancılar, ellerinde
pankartlar, polis barikatlarının önünde öfkeyle haykırıyorlar; Onları
fakirleştirenlerden hesap soruyorlar.
Ama bunlar Avrupa’da da oluyor. Üstelik biraz daha
şiddetli… Belki süreç Avrupa’da daha demokratik ve daha sakin görünüyor, ama
yaşananlar ve sonuçları kesinlikle daha fazla belirleyici…
Neoliberalizmin Paris’te Son Tangosu…
Mayıs 2012′de Fransa’da Nicolas Sarkozy, cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde sosyalist Francois Hollande karşısında kaybetti. Sarkozy ekonomik
krizin ve onun getirdiği sarsıntıların Avrupa’daki son kurbanı oldu.
Sarkozy, yine bir Mayıs günü 16 Mayıs 2007’de Merkel ile
ortaklığını tarif ederken, Alman-Fransız dostluğunun “kutsal” olduğunu ve “asla
tartışma konusu olamayacağını” ilan
etmişti. Paris-Berlin ekseni bütün Avrupa’ya ve Avrupa Birliği’ne egemen oldu.
Sarkozy 2007’den itibaren ekonomide reform programı uyguladı.
Ama Sarkozy’nin izlediği neoliberal politikalar, küresel
ekonomik kriz ve Avrupa’daki borç krizi üst üste binince, Fransız seçmen de
yeni bir gelecek kurmaya karar verdi. Bunun sonucunda “güneş çarpmış Napolyon” gibi Sarkozy yerine sosyalist aday Hollande kazandı.
Nihayetinde “Merkozy dönemi” sona erdi.
Silvio İçin Bunga Bunga…
Silvio Berlusconi de -Sarkozy gibi- büyük seçmen ve lobi
desteğiyle 2008’de iktidara geldiğinde, karşısında onu dengeleyecek herhangi
bir güç yoktu. 2008’de başlayan dördüncü Berlusconi dönemi Kasım 2011’de trajik
biçimde sona erdi.
İtalya’nın en güçlü adamı umursamaz tavrı, tatsız
esprileri, skandalları ve göçmenler konusunda Sarkozy ile aynı fikirde olmasıyla
dikkat çekti. Artan borç yükü, yükselen işsizlik ve Avrupa’nın krizi Berlusconi
için şartları çok zorlaştırdı.
Berlusconi için ABD Başkanı George W. Bush, İngiltere
Başbakanı Tony Blair, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Libyalı Muammer
Kaddafi ile dostlukları güçlü bir iktidar için yeterliydi. Berlusconi bir
konuda Sarkozy ile aynı yanılgıyı paylaşıyordu. Onun için de çoğunluğun desteği
her kararı almak için yeterliydi. Çoğunluk desteği her adımı meşru kılıyordu.
Bunun sonucunda Berlusconi için hakaret etmek, suçlamak, küçük düşürücü espri
yapmak siyasetin doğasıydı ve elbette onun hakkıydı.
Berlusconi de ülkesini Sarkozy ile aynı sihirli formülle
yönetti; Muhafazakâr siyaset, neoliberal ekonomi, karizmatik lider. Berlusconi,
devleti bir şirket gibi yönetirken, bu çerçevede eğitim, sağlık, adalet,
emeklilik alanlarında reform ve dış politika konusunda ABD ile sınırsız
işbirliği gerçekleştirdi.
Berlusconi ülkesindeki makro ekonomik dengeleri
koruyamadı. Avrupa Merkez Bankası’na verdiği sözleri tutamadı. Jean-Claude
Trichet ve Mario Draghi Roma’nın ekonomi ve finans konularında acilen reformist
adımlar atmasını talep etti. Ama Berlusconi bunu yapmadı. Bunun sonucunda
istifa etmek zorunda kaldı ve makamını ekonomist Mario Monti’ye terk etti…
Krizin Londra’daki Kurbanı…
Gordon Brown, Edinburgh Üniversitesi’nde tarih bölümüne
16 yaşında kabul edildi. 1983 yılında İngiltere İşçi Partisinden milletvekili
seçildi. Devamında İşçi Partisi’nin gölge kabinesinde Ticaret, Endüstri ve
Maliye Bakanlığı yaptı. 1997 yılında İşçi Partisi’nin seçim zaferinden sonra
maliye bakanı oldu. Bu görevi on yıl sürdürdü. Haziran 2007’de başbakan oldu.
Bu zaman diliminde İngiltere yıllık %2,7 ile OECD ortalamasının üzerinde büyüme
gerçekleştirdi. Bu oran Avro bölgesinin de %0,6 üzerindeydi. Ayrıca işsizlik de
%7’den %5,5’e indi. Ama 2007’de başlayan başbakanlık beklendiği gibi uzun
vadeli olmadı. Avrupa’daki ağır krizin büyük baskısı sonucu Mayıs 2010’da bütün
görevlerinden istifa etmek zorunda kaldı. Brown bugün sadece milletvekili…
İrlandalı da Pes Etti…
Brian Cowen, 7 Mayıs 2008’de üstlendiği başbakanlığı 9
Mart 2011’e kadar koruyabildi. İrlanda Başbakanı aslında çok iyi bir siyasi
kariyere sahipti. 1984’te milletvekili oldu. 1992 ve 1993’te sosyal güvenlik,
1994’te enerji, 1997’de ulaşım, enerji ve kitle iletişim, 1997’den 2000’e kadar
sağlık ve çocuk, 2000’den 2004’e kadar dışişleri ve ve 2004’ten 2008’e kadar
maliye konularında bakanlık yaptı.
Cowen 2004’te Avrupa Biriliği Konseyi Başkanlığı ve
2007-2008’de başbakan yardımcılığı görevlerini de üstlendi. Cowen 2008’de
başbakan olduğunda çok popülerdi. Ama bu popülarite 2011’e kadar hızla eridi.
Büyük ekonomik kriz ve borçlar herkesi öfkelendirdi. Cowen ülke tarihinin en az
sevilen siyasetçisi haline geldi.
“Zorba’nın Dansı” Kötü Bitti…
George Papandreu, 1984’de PASOK’un merkez komitesine
seçildiğinde gelecek için umut veren bir siyasetçi olarak görülüyordu.
Papandreu PASOK’ta uzun süre çeşitli önemli görevlerde yer aldı. Tarım
kooperatiflerinden olimpiyatlara, kültürden yayıncılığa, dış politikadan
eğitime kadar hemen her konuda görev üstlendi.
1988-1989’da eğitim ve dini konular ile ilgili bakanlık
yaptı. 1996’da dışişleri bakan yardımcılığı ve 1999’da dışişleri bakanlığı
görevlerini yürüttü. Dışişleri bakanı görevini 2004’e kadar sürdürdü. Papandreu
2006’da PASOK başkanı ve 2009’da başbakan ve dışişleri bakanı oldu.
Papandreu Şubat 2010’da ülkenin devlet iflasının eşiğinde
olduğunu açıkladı. Papandreu Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası, IMF’den
destek sağladı. Söz konusu desteğin sürmesi için çok sert tedbirler uygulamayı
kabul etti. Papandreu bu nedenle vergileri artırdı, maaşları düşürdü, kamu
harcamalarını kıstı. Ülkede çok büyük kitlesel protestolar başladı. Papandreu
Kasım 2011’de istifa etti. Lukas Papadimos yeni başbakan oldu. Papandreu 18
Mart 2012’de de PASOK’un liderliğini Evangelos Venizelos’a terk etti. Ancak
Yunanistan hala istikrara çok uzakta… Görünen o ki, kriz Yunanistan’da daha
fazla siyasetçinin kariyerini bitirecek.
Bir Kurban da Danimarka’dan…
Lars Lokke Rasmussen, 1998’de Frederiksborg’da belediye
başkanıydı. Rasmussen daha sonra 2001’de hükümete girdi. Rasmussen bu dönemde
Anders Fogh Rasmussen hükümetinde içişleri ve sağlık bakanlıkları yaptı.
2007’de de Anders Fogh Rasmussen’in üçüncü hükümetinde maliye bakanı oldu.
Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasının
devamında Lars Lokke Rasmussen parti başkanlığını ve başbakanlığı üstlendi.
Ancak bu görevi kriz nedeniyle Ekim 2011’de bırakmak zorunda kaldı.
İber Yarımadası Yanıyor…
Jose Socrates Portekiz Sosyalist Partisi’ne 1981’de
katıldı. Socrates 1991’de parti yönetimine girdi ve sözcü oldu. 2004 yılında
genel sekreterliğe yükselen Socrates, 1999–2002 yılları arasında da Antonio
Guterres hükümetinde çevre bakanlığı yaptı. 2005 yılında başbakan oldu.
Portekiz’in Temmuz 2007’de Avrupa Birliği Konseyi
Başkanlığını alması, Socrates’e Avrupa’da önem kazandırdı. Socrates 2009’da
yine kazandı. Ancak ülke ekonomisinin giderek zayıflaması, artan borçlar
Portekizlileri öfkelendiriyordu. Socrates ülkesini borç batağından çıkaramadı.
Jose Socrates 23 Mart 2011’de istifasını açıkladı. Bunu üç ay sonra parti
başkanlığından istifası izledi.
Madrid’de Kriz Arenası…
İspanya ekonomisi her geçen gün daha kötüye gidiyor. Luis
Rodriguez Zapatero krizin İspanya’da devirdiği isim oldu. İspanya’da inşaat
sektörü ve devamında bankalar peş peşe krize girdi. Bunu reel sektörde
istihdamın azalması izledi. Artan işsizlik ve düşen yaşam standartları her şeyi
altüst etti.
Hâlbuki Zapatero 2004’teki seçim zaferinin ardından
İspanya için çeşitli konularda başarılı işlere imza atmıştı. Irak’tan İspanyol
askerlerini vaat ettiği gibi çekti. Bu durum ABD ile ilişkilerinde pürüzlere
yol açsa da, 2008’de bu sorunların tamamını bertaraf etti. Zapatero İspanya’nın
Avrupa’nın entegrasyonuna katkısını da artırdı. Zapatero’dan önce İspanya’da
Aznar hükümetinin Avrupa entegrasyonu konusunda-özellikle Avrupa Anayasası
fikrine- bazı itirazları söz konusuydu.
Zapatero esas olarak İspanya’da sosyal reformlar
hedefleyen, İspanyol idari sistemini esneterek güçlendiren ve terör sorununun
sonsuza dek aşılması için büyük çaba harcayan liderdi. Fakat Zapatero için
2008’de başlayan ikinci hükümetinin dönemi felaketlerle geçti. İspanyol
ekonomisi adeta çöküşün eşiğine geldi. Zapatero’nun ilk tercihi krizi sosyal
devletin ödevlerini ihmal etmeden aşmayı denemekti. Ama artan borçlar
Zapatero’yu istemediği yola sevk etti.
Zapatero Mayıs 2010’da İspanya tarihinin en büyük
tasarruf kararlarını ilan etti. Zapatero erken seçim ilan etmek zorunda kaldı.
Aralık 2011’deki seçimleri beklendiği gibi muhalefet lideri Mariano Rajoy
kazandı. Zapatero Şubat 2012’de partisindeki görevini de bıraktığını açıkladı.
Avrupa’da seçmenler krizden dolayı öfkeli. İşsizliğin
artması, yaşam standartlarının düşmesi kitlelerin siyasi tepkisini artırıyor.
Seçmenlerin tepkisinin büyük olmasının bir diğer nedeni ise, Avrupa’da
siyasetin merkez noktasında “insan” veya “seçmen” kavramının değil, “şirketlerin karlılığının” yer alması. Daha öncesinde Avrupa projesinde odak olan
Avrupalı, artık sadece “müşteri” ve “tüketici” olarak görülmekten memnun değil. Bu memnuniyetsizlik
özellikle gelir seviyesinin düşmesiyle daha da arttı.
Bugün hiçbir Avrupa ülkesinde gerçek anlamda bir “muhalefet” söz konusu değil. Örneğin Yunanistan’da “PASOK” veya “Yeni
Demokrasi” partilerinin arasında dikkate almaya değecek
bir fark yok. O nedenle seçmen “sistem
dışı” veya
“sistemin periferisinde” yer alan
eğilimlere daha çok ilgi gösteriyor. Ultra milliyetçiler, komünistler, Korsan
Partisi, Wall Street’i İşgal Et Hareketi ve benzerleri bunun somut örnekleri.
Bundan başka Avrupalı bilinen basın kuruluşlarından daha ziyade sosyal paylaşım
sitelerine ve internet üzerinden yürütülen enformasyon çabalarına yoğunlaşıyor.
Hiç kimse onları bunun için suçlayamaz. Çünkü bilinen medya kuruluşları çok
uzun zamandır, krizin başlangıcından bu yana sadece krizin kısa sürede sona
ereceğini söyleyerek, her şeyi olduğundan daha basit göstermeye çalışıyorlar.
O nedenle Avrupalı kendisine sorduğu birtakım sorulara
dilediği cevapları bulamıyor. Neoliberal politikalar sokaktaki ortalama adamın
tercihi değildi. Sokaktaki ortalama adam post demokrasi talep etmedi. Teknokrat
yönetimler onun isteğiyle kurulmadı.
Avrupa’da beklenen resesyon yılın ikinci yarısında
görülebilir. O takdirde Avrupa’da -bu olasılığın gerçekleşmesi halinde-
muhtemelen “ikinci dip nokta” şaşırtıcı olmaz. Üstelik ikinci dip nokta, birinci dip
noktadan daha derin de olabilir.
Toplumsal gösterilerin giderek yaygınlaştığı ve
sertleştiği Avrupa’da polisin gösterilere müdahalesi de giderek daha sert hale
geliyor. Gösteriler ve gösterilerdeki şiddet artmaya devam ederse, mahalle ve
kent ayaklanmaları hiç şaşırtıcı olmaz. Üstelik bu defa “muhalefet” ve “muhalif
tepki” mevcut sistemin çerçevesi dâhilinde
yaşanmayabilir. Çünkü Avrupalılar “kendi
çıkarmadıkları bir krizi aşmak için, daha fazla çalışıp daha az kazanmayı” kabul etmekte zorlanıyorlar.
İtalya’da, İspanya’da, Portekiz’de ve Yunanistan’da
gençler arasındaki işsizlik oranı bu şekilde yükselmeyi sürdürürse, bu
ülkelerde geleceğini kaybeden nesillerin tepkisi de artmaya devam edecek.
Ayrıca bu nesiller kriz aşıldığında muhtemelen öfkeli, aç ve fakirlikten
kurtulamayan bir orta yaş nesli olacaklar…
Bu ülkelerde çok sayıda genç eğitiminden vazgeçip
ailelere katkı sağlamak için iş arıyor. Sert tasarruf tedbirleri, artan
vergiler ve düşen yaşam standartları bu neslin sahip olduğu bütün kavramları
yıkabilir. Bu süreçte alternatif yaşam biçimleri, örneğin komünler ve diğer
bazı çizgi dışı yönelimler giderek yaygınlaşabilir.
Avrupa’nın krizi atlatabilmesi için sahip olduğu muazzam
büyüklükteki reel sektörünü harekete geçirmesi ve daha fazla üretimi teşvik
etmesi gerekiyor. Bu durum sadece ülkelerin uluslararası ticaretteki rekabet
gücünü korumak için geçerli değil. Avrupa bunu sosyal düzeni korumak ve
toplumsal yapıyı muhafaza etmek için de yapmak zorunda. Ekonomik büyümeyi
artıracak bir takım adımlar atılırsa, “Avrupa Baharı”
yavaşlayabilir. Avrupa Baharı aksi halde başka liderleri de emekli edecek.
Fransa’nın yeni lideri Hollande önemli bir zafer kazandı.
Sarkozy’nin bozgunu Avrupa Baharı için kritik bir kilometre taşı olarak
görülebilir. Muhtemelen Hollande’in galibiyeti başka Avrupa ülkelerinde de
benzer tercihlerin yönetimleri etkilemesi sonucunu doğuracak. Dolayısıyla
Avrupa’da yeniden üretim canlandırılabilir. Artan üretim daha çok istihdam
sağlayabilir. Nihayetinde Avrupa’da “finans
şirketlerinin yöneticilerinin keyfi ve karlılığı” gibi Avrupalıların mutfak bütçesi de saygı görmeye
başlayabilir. Olmazsa? Eğer bu olmazsa, “Avrupa Baharı” sertleşerek devam eder.
Üstelik Arap Baharı’ndan da, Tahrir Meydanı’ndan da daha etkili olur.
Kaynak Diplomatik
Gözlem http://www.batitrakyahaber.net/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder