651. Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri
Güreş Sporunun Doğuşu
İnsan vücudunun istemli ve belirli amaçlar
için eğitilmesi düşüncesi, insanlığın dünya üzerindeki varlığı kadar eskidir.
Jeolojik devirlerde insanoğlu üstün güçler karşısında yaşayabilmek için aklını
ve davranışlarını daima ayarlamak zorunda kalmıştır. Gerek avını yakalamak,
gerekse kendini korumak için gerekli silahların yokluğu sebebiyle, insan sadece
gücü ile mücadele etmek ve vücudunu gereği gibi kullanmak zorunda kalmıştır.
Bu gücünü arttırmak, yakın mücadelede
başarılı olabilme maharetlerine yönelmiş, zaman içersinde taşı ve madenleri
işleyerek elde ettiği aletleri silah olarak kullanmıştır.
Aslında sporlar; insanların yaşama
biçimlerinin sonucu olarak meydana gelmiştir. İnsanlarca en eski bilinen
çalışmalardan biri güreştir. Önceleri çeşitli gereksinimlerle doğan amaçsız
gibi görünen hareketler zamanla bilinçli, amaca göre yapılana hareketler
şeklini almıştır. Bunlar da, vücuda eğitici bir özellik kazandırmıştır.
İnsanların düşmanlarından, vahşi hayvanlardan korunmak üzere mücadele vermek,
kafadan tutma, boğma, devirme şeklinde kavgamsı daha sonraları birbirleriyle
güç denemelerini yapmalarından “güreş” sporu ortaya
çıkarmıştır.
Bunlar gösteriyor ki güreş, insanların yaşama
biçimlerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Medeniyetin ilerlediği tekniğin
aşama kaydettiği ileriki çağlarda insanlığın ateşi bulması, madenleri
kullanmaya başlamasıyla güreş kişilerin gücünü ölçmek, kabile başkanları,
komutanları seçmek gibi yeni amaçlar kazandı. Ayrıca özel günlerin de en büyük heyecanı haline geldi. Güreş
şampiyonlarına, şiirlerle, şarkılara, efsaneleştirilerek yüceltildi,
pehlivanların isimlerine abideler dikildi.
İlkel insanlar güçlü doğa koşullarıyla
mücadele ederken, günümüzün güreş sporundan pek de farklı olmayan bir mücadele
yaşamak zorunda kalmıştır.
Önceleri insan hayatının çevreye uyması,
hayatta kalmasının tabii sonucu olarak içgüdüye dayalı gelişen güreş sporunun,
medeniyetin ilerlemesiyle, toplumların kültürel, fiziki özelliklerinden de etkilenerek
gelişme göstererek günümüzün ana spor dallarından biri haline gelmiştir.
Güreşin müdafaa vasıtası olmaktan çıkıp spor
şekline gelişine kadar geçirdiği yıllar tarihin karanlıkları içinde
kaybolmaktadır. Tüm sporların en eskisi olan güreş, bir bilim sanatıdır. Rakibi
atmak, saf dışı bırakmak yeterli olmuyordu. Bu uğraş teknikle
geliştirilmelidir.
Türkçenin çeşitli lehçelerinde küreş ve
göreş
şeklinde de bulunan kelimenin etimolojisi kesin olarak bilinmemektedir. Hem
beden gücüne, hem de zekâya dayanan güreş sporunun geçmişi insanlık tarihi
kadar eskidir.
Milattan önceki dönemlerde mağaralarda ki
duvar resimlerinde de görülen güreş figürleri, bu sporun en az o dönemden
itibaren sistemli şekilde geliştirilmiş olduğunu göstermektedir.
İlk insanlar hayvanlarla, kendi cinsinden
olanlarla, yakından uğraşmak zorunda kalınca, kendi vücut ağırlığıyla kas
gücünden de yararlanma şekliyle Güreş spor sanatını
yaratmıştır.
Bu görünümüyle güreş insanlığın yaşamı
boyunca bireyin toplumlar arasında yüksek meziyeti olarak kabul görmüştür. Özel
günlerde halkın en büyük heyecanlarından biri olarak, insan gücünü destekleyen
türlü araç, imkânların ortaya çıkmasına karşın, bu değerleri, zamanımıza dek
gelenekleriyle birlikte ulaşmıştır.
Güreş; İki canlı [insan]
arasındaki araç, gereçsiz olarak yapılan yakın temas uğraşısının en kusursuz
olanıdır. Gerçekte de öyledir. Güreş
sporundaki bir anlık dalgınlık insanı tuşa [mağlubiyete] götürmektedir.
Güreş; rakibe vurmadan,
kollar, bacaklar ve gövdeyi kullanarak rakibi alt etmeye dayanan spor dalıdır.
Güreş; insanların zekâ ve
beden güçlerini birleştirerek kol ve bacaklarıyla yaptıkları bir mücadele
türüdür.
Güreş; insanların güçlerini
ve güvenlerini kollarıyla denedikleri ve aradıkları dönemlerde, biçimlenen bir
mücadele türü olmuştur.
Batı Türklerinde güreş veya güleş
şeklinde söylenen sözcük, “Divan ü Lügat it Türk” te küreş
şeklinde kullanılmıştır.
Kür-er: Yiğit, sarsılmaz,
pek yürekli, kabadayı adam demektir.
Eş: Eş, arkadaş
demektir.
Kür-eş-mek: Başka birisiyle
yarışmak anlamına gelir. Güreş yapana da güreşçi denir. Burhan-ı Katı’a göre
yürekli, cesur [şeci], yiğit, doğru sözlü kimseye de pehlivan denir.
Atatürk’ün veciz sözlerinden
ve tariflerinde de anlaşıldığı gibi “güreş sporu sadece
kaba kuvvetle yapılan bir iş olmadığını, bilakis üstün zekâ ve centilmenlik
vasıfları yapılması gerektiğini” söylemiştir
İslamiyet’te de güreş teşvik edilmiş, hatta
Peygamber Efendimiz (SAV) kendisi de bizzat güreşmiştir.
Güreş bir başka tarifi, iki pehlivan
arasında, belirli kaidelere uyularak kuvvet üstünlüğünün, çeşitli oyunlarla
rakibinin sırtını yere getirmek için yapılan karşılaşmadır. Güreş, insanların
zekâ ve beden kuvvetlerini birleştirerek yaptıkları bir yenişme şeklidir. Bu yarışma insan bedenini geliştirir.
“Güreş şudur; zekâ ve kuvvet
oyunu. Bu iki varlık bir insanda birleştiği zaman büyük eşler başarır.” Atatürk güreş sporu böyle
tarif etmiştir
Güreş Sporu Türklerin Kültür
Değeridir
İnsan
topluluklarını millet yapan, hayatiyetini muhafaza eden ve onu yücelten temel
unsurlardan birisi de kültür dediğimiz maddi ve manevi değerlerdir. Dil, örf ve
âdetler, inançlar, san’at ve edebiyat bir toplumun geçmiş yıllardan günümüze
aktarılarak getirilen içtimai değerleridir.
Bu bağlamda
spor kültürünün önemi ise objektif olarak görülebilmektedir. Özellikle tarihi
kökenleri derin olan geleneksel Türk sporları birer canlı kültür
değerlerimizdir. Bünyesinde temsil etmiş olduğu milletin sosyal yaşantısını,
değerleri, gelenek ve görenekleri muhafaza edilmiştir.
Kültür
unsurunun zorla değiştirilemeyeceği gerçeği yanında, mensup olduğu milletin
ırkî ve ruhi yapısına uygun olarak kendi kendine değişim gösterebilir, daha
doğrusu gelişebilir. Bu gelişme kültürlerin devamlılığını, büyümesini ve
gelişmesini sağlar.
Türk milli
spor kültürünün en güzel motiflerinin canlı örneklerinden olan geleneksel “Aba, Şalvar ve Yağlı güreşler”, ecdat yadigârı olarak ülkemizde gelenek olarak
yaşatılmaktadır. Ancak, bu güzelim değerlerimizi daha sağlıklı yaşatarak
bulunduğu yerden en yükseklere çıkartmak gerekmektedir.
Bugünü
bilmek, yaşadığımız asrı tanımak, içinde bulunduğumuz medeniyeti kavramak,
geleceği de keşfedebilmek için geçmişi öğrenmeye muhtacız. İşte, “dünü bize öğreten bilgiye tarih”. “geçmişi
günümüze bağlayan, günümüz olaylarına ışık tutan” kişilere de tarihçi deriz.
“Benim en çok sevdiğim spor güreştir” Atatürk
Atatürk, “Bütün tehditler karşısında en büyük
gücümüz, temel düşünce yapısıyla birlikte bütün diğer unsurlarını da içeren
kültürümüzdür” “Türkiye
Cumhuriyetinin temeli kültürdür” diyerek
ehemmiyetine binaen spor kültürüne yönelmiştir.
“Türk Milleti anadan doğma sporcudur” söyle sporun Türk toplumunun millet oluşunda ne kadar
olumlu rol oynadığını vurgulamış, “Dünyada
spor hayatı ve spor âlemi çok önemlidir, bu kadar mühim olan spor hayatı bizim
için daha da mühimdir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın gelişmesi ve düzelmesi meselesidir” diyerek, sporun önemine işaret etmiştir. Milli spor
kültürümüzün millet hayatındaki önemine işaret eden Atatürk, milli spor
kültürümüzün milli sınırlarımız dışında daha da etkin olmasını arzu etmiş ve
sporu sevk ve idare edenlere “Asıl
uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya
birinciliği tutmaktır” direktifini vermiştir.
Türklüğün
varoluşundan Anadolu’ya değin, ana sporlarımızın güreş [karakucak, aba, yağlı] cirit, binicilik ve okçuluk gibi milli spor
kültürümüzün korunmasını ve yaygınlaşmasını ana ilke olarak kabul etmiştir.
Tarih,
Türklerin en eski dönemlerden beri, sportmen bir millet olarak kaydetmektedir.
Tarihsel buluntu ve belgeler göstermektedir ki, Avrupa’nın henüz uygarlıktan
uzak bir yaşam sürdüğü dönemlerde, Orta Asya’da yaşayan Türkler beden kültürüne
ve spor hareketlerine büyük önem vermişlerdi. Bu yıllarda Türkler göçebelikten
tarıma ve hayvancılığa geçmektedir.
Büyük
devletler kurmuş Türk Milletinin, anatomik yapısına ve cengâver ruhuna ve uygun
sporda şüphesiz ki güreştir. Türk hakanları ve padişahları seçilirken bilgili,
cesur ve sporcu olan şehzadeler, diğer kardeşlerinden üstün tutulurdu.
Özellikle güreş ve güreşçi, saray kuruluşlarının ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Kutsal günlerde “Sonbahar, İlkbahar, Panayır, Ramazan,
Bayram Şenliklerinde, Tahta geçme şölenlerinde, Sünnet düğünlerinde, Tuğ
töreni, Kısbet giyme törenlerinde, Çift konuşma şenliklerinde, Cuma, Pazar,
Yayla, Savaş dönüşü (fetih), Sinsin, Geleneksel şölen (festivaller), Bağ bozumu
şenliklerinde, Evlenme toyları, Koz paylaşma ve sulh) yapılan şölenlerde boru, davul ve mehter çalındıktan
sonra mutlaka önce güreş yapılırdı. Güreşlerin giysi ve kuralları Türk
töresinin gelenekleri doğrultusunda bir Oğuz töresiydi.
Güreş, Türk
kültürünün uzun yıllardan beri yaşayan canlı örneklerinden olup, milletimizin
ata sporları simgesine dönüşmüştür. İki üç Türk genci bir araya gelse ikisi
güreşerek, biri seyrederek eğlenirlerdi. Öyle ki güreş, yiğitliğin mertliğin,
arkadaşlığın ve sevginin bir ifadesi olmuştur.
Günümüzde, Anadolu’da uygulanan folklorik
güreşler, dünyada görülen, insanların ilk giysili güreşlerinin uzantısıdır.
Eski Türkler, Selçuklular araç gereç istemeyen bu en zahmetsiz spor dalı ile
doyasıya uğraşmışlardır. O günün yaşam biçimi olarak günlük giysilerle yapılan
güreşe, zaman içersinde standart kıyafet biçilmiştir.
Osmanlılarda iki ana güreş türü vardı:
Karakucak ve yağlı güreş. Bunun yanı sıra Hatay yörelerinde “Aba güreşi” görülmektedir. Judo’ya benzer bir güreş türü olan aba’da
yenişmeler ayakta olur. Ayrıca, “Don” ya da “Şalvar Güreşi” denilen bir güreş türü daha vardı. Bu güreşte
pehlivanlar alt bölümlerine geniş bir don ya da şalvar giyerler, üstleri çıplak
olarak güreş tutarlardı. Aba ve şalvar güreşlerinin yapıldığı bölgelerde
sevilen ve uygulanan “Su” ve “Sinsin”
güreşleri de yapılmaktadır.
Folklorik güreşlerimizi kısaca şöyle
sınıflandırırız.
A.
Kuru
Güreşler: Karakucak-Aba-Şalvar-Sinsin
B.
Yağlı
Güreş
C.
Su
Güreşi (Tumdurmaç)
Tarih boyunca, İslamiyet öncesi ve sonrası
dönemlerde Türkler yukarıda belirttiğim güreşleri yapmışlar. Günümüzde de aynı
ilgi ve destekle bu güreşlerimiz yaşamını sürdürmekte olup, yöre insanlarının
özel günlerinde heyecanla izlenmektedir.
Devan edecek
4 Temmuz 2012 Edirne Yenigün Gazetesinde yayınlanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder