Yağlı güreş, Rumeli’de, Deliorman’da,
Trakya’da ve Anadolu’nun Ege ve Batı Karadeniz bölgesinde yapılır. Yağlı
güreşin Türk güreşi olup olmadığı konusunda pek çok söz söylenmiş ve
yazılmıştır. Yazarların çoğu da bu güreşin Türklere, Yunanlılardan veya
Bizanslılardan geçtiğini söylerler.
Gerçekte ise “Alaturka güreş” dediğimiz yağlı
güreş, tamamen Türklere özel bir güreş türüdür. Ne eski Yunanlılar, ne Batı
Anadolu’da yaşamış uluslar, ne de Bizanslılar bu gün yapılmakta olan yağlı
güreşi hiçbir zaman yapmamışlardır. Yağlı güreşin yapılış şekli, genel
kuralları, Yunanlıların ve Bizanslıların yapmış oldukları yağlanarak yapılan
güreşe hiç benzemez.
Türkler, din, ilim ve sanat da, her zaman
iyiye, en güzele yönelmekte ve onu benimsemekte hiçbir zaman güçlük
çekmemişlerdir. Başka uluslardan her aldıklarını, kendi örf ve geleneklerine
göre uygulayarak, Türklüğe özel bir biçimde uygulamışlardır. Orta-Asya çadır
mimarisinden sonra, İslâm sanatından esinlenerek nasıl ki yepyeni bir Selçuklu
ve Osmanlı mimarisi yaratarak Türklüğe özgü “Kartal, şahin, koç,
at…”
gibi ongun’larını mezar taşlarına kale kapılarına, cami duvarlarına,
türbelerine işlemişlerse, Yunanlıların ile Bizanslıların yağlanarak yaptıkları
güreşi de görünce, karakucak güreşine uygulayarak tamamen Türk’e özel yepyeni
yağlı güreşi ortaya çıkarmışlardır.
Eski Yunanlıların her dört senede bir
yaptıkları olimpiyat oyunlarında; tanrılar adına yapılmış tapınakların şerefine
düzenlenen oyunlarda yaptıkları güreş, iki türlüdür.
1.
Güreşçilerden
birinin üç defa dizleri üzerine çökmesiyle yenik sayılan güreş türü.
2.
“Pancrattum volutatorium” denilen güreştir. Bu
güreşte hasımlardan birisi yenilgiyi kabul edinceye kadar (pes edince) devam
eder. Bu tür güreşte, her türlü oyun yapmak, kol, bacak bükmek, hasmın canını
acıtmak, zor durumlara sokmak kurallara aykırı değildir.
Yarışmayı kazan güreşçilere eşya cinsinden
ödüller veriler ve boynuna çelenk asılır. Kazanılan ödüllerin, mutlaka tanrı
adına tapınağa verilmesi gerekir.
Yarışmaya çıkacak güreşçiler, masaj
yaptırdıktan sonra zeytinyağı ile yağlanıp vücutlarına çok ince kum sürer ve
çıplak olarak güreşirlerdi. Bayanların ve kız çocuklarının da bu yarışmaları
seyretmesi yasaktı.
Türklerin yapmış olduğu yağlı güreş ile
Yunanlıların yapmış olduğu güreş arasında ki benzerlik sadece yağlı oluşundan
başka bir şey değildir.
Yağlı güreşlerin Anadolu içinde yapılmayışı sadece
Rumeli’ye, Bizans’a, İstanbul çevresinde kalmış olması göz önünde tutularak, bu
güreşin bu yörelere evvelce yerleşmiş Türkler tarafından Yunan güreşinden
esinlenerek yapıldığını göstermektedir.
Yağlı güreş de, karakucak güreşi gibi en çok
düğünlerde, Yunan-Rum’ların buluşu olan panayırlarda yapılır.
Düğünlerde yapılan güreşin yapıldığı gün,
karakucakta olduğu gibi gelinin oğlan evine getirildiği Perşembe günüdür.
Panayırlarda ise genellikle son günü yapılır.
Rumeli’de, Pazar ve yortu amacıyla yapılan
panayırların süresi değişiktir. En az bir gün, en çok da onbeş gün sürer. Bu
panayırlardan bazıları alış-verişinin çokluğu, bazısı da güreşlerinin önemi
nedeniyle ün yapmıştır. Güreşleriyle ün yapan panayırlardan başında, Edirne’nin
Ortaköy bucağına bağlı “Simavina” ve “Sarıhızır” köyleri arasında ki çayırlıkta yapılan “Kırkpınar” ile Lüleburgaz, Hayrabolu
ve Pehlivanköy
panayırları gelir.
Kırkpınar panayırı da dâhil olmak üzere bütün
panayırlarda ilk önce hayvan, mal alım-satımı olur. Son günü de güreş, at, yaya
koşusu gibi spor müsabakaları yapılırdı.
Yağlı
Güreşçi nasıl yetişir?
Yağlı güreşe başlayan sporcular önceleri
akranlarıyla boğuşarak büyümüş olduğundan genellikle diğer sporlarda ki gibi
kaslarının kültürfizik hareketleriyle kuvvetlendirilmesini gerektiren ön
çalışmalara gerek duymazlar. Güreş sporuna gönül vermiş olan sporcular
büyüklerinden gördükleri oyunları uygularlar. Gençlik çağına geldiklerinde
yeteneği olanlar, akranları arasından seçilerek kendisini gösterirler. Genç
güreşçi inandığı, yetişmiş güreşçinin yanında çırak olarak akranlarıyla güreş
yapmaya başlarlar. Katılmış olduğu güreşlere kendisinden büyük güreşçiyle
gitmeye başlar. Onun artık bir ustası vardır. Yağlı güreşte usta çırak ilişkisi
önemlidir.
ü Pehlivanlıkta her
şeyden önce ahlâk gelir. Ahlâkı iyi olmayan bir güreşçi, ne kadar kuvvetli ve
ne kadar tekniği üstün olursa olsun, kısa bir süre sonra her şeyini yitirir.
Çevresinde sevilmez, saygı görmez.
ü Atalarımız “Aşk olmayınca meşk olmaz” demişlerdir. Eğer bir güreşçi güreşi
gönülden sevmezse, onun sıkıntılarına, zorluklarına ve güçlüğüne katlanması
imkânsızdır.
ü Vücudunun yağlı güreş
sporuna elverişli olmalıdır. Gerek kemik yapısı, gerekse iç organları sağlam
olmayan bu sporu yapmamalıdırlar. Asla başarılı olamayacağı gibi sağlığını da
kaybeder. Ergenlik çağına gelip serpilmeye başladığı zaman, mutlaka bir uzman
doktora görünmesi gereklidir.
ü Yağlı güreş yapacak
olan sporcu mutlaka iyi bir usta bulmalıdır. Hiçbir sanat kendi kendine
öğrenilmez.
Yukarıdaki özellikleri taşıyan yetenekli bir
genç, işlenmemiş mermer taşı gibidir. O taşı işleyip anıt haline getirecek bir
ustaya nasıl ihtiyaç varsa, o güreşçiyi de yetiştirecek bir “Usta”ya
mutlaka gereksinme vardır.
Güreş alanlarında birdenbire parlayan iyi bir
güreşçinin “Ustası kimmiş?” diye sorulur. Onun başarısı, ustasını yüceltir,
kötülükleri ve başarısızlıkları da ustasını küçültür. Bu nedenledir ki,
şöhretli güreşçiler kendilerine “Çırak” olmak isteyen
gençlerde, yukarıdaki özellikleri arar, eğer bulurlarsa kabul ederler.
Devamı Var
No: 5 Temmuz 2012 günü Edirne Yenigün Gazetesinde yayınlanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder