10 Nisan 2011 Pazar

10 Nisan 2011 "Yabancı Gözüyle Balkanlar'daki Osmanlı Mimari Mirası"



“Yabancı gözüyle Balkanlar’daki 
Osmanlı Mimari Mirası”

8-9 Nisan 2011
Türkiye - Edirne Deveci Han

8-9 Nisan 2011 tarihlerinde Edirne ilimizde Mimar Sinan Haftası etkinlikleri kapsamında Edirne Valiliği, Edirne Belediyesi, Edirne Mimarlar Odası Edirne Şubesinin işbirliğiyle “Yabancı Gözüyle Balkanlar’daki Osmanlı Mimari Mirası” konulu konferans düzenlendi.
Etkinliğin 8 Nisan Cuma günü Edirne Deveci Han Sergi Salonunda Edirne Valisi Göker Sözer’in açılışını yaptığı, Bulgaristan’daki Osmanlı Mimarisine ve Filibe Çifte Hamam’a ait eserlerin fotoğrafları sergilendi.
Açılmış olan sergide beni duygulandıran bir olayla karşılaştım. Şöyle ki yıllarca Bulgaristan’ın Haskovo kentinde yaşamış olan ailelerimin görev almış olduğu Eski Caminin fotoğraflarının bulunmasıydı. Bu konuyu da belirtemeden geçemeyeceğim. Duygulu bir şekilde bu çekilmiş olan fotoğraflara uzun süre bakarak onları andım.
 
  9 Nisan Cumartesi günü Edirne Deveci Han Seminer Salonunda Doğan Hasol’un yürüttüğü oturumda katılımcılar “Balkanlar’daki Osmanlı Mimari Mirası Güncel Koruma ve Kullanım Koşulu” konulu bildirilerini sundular.
 Konuşmacılardan önce Bulgaristan / Sofya Balkan Kültür Enstitüsü Başkanı Doç. Dr. Yordanka Bibina’nın yapmış olduğu konuşmasında;
 
 “Bugünkü Bulgaristan topraklarında Anadolu dışında Osmanlı mimarisinin en eski örneklerine rastlarız. Yambol Cami, Haskovo’da Eski Cami “1395’te Balkanlarda ilk açılan cami”, Kazanlık’ta Lala Şahin Türbesi, üzerinde İhtiman kasabasındaki İmaret Camii gibi anıtları İstanbul’dakine kıyasla yaklaşık bir yüzyıl önce inşa edilmişti. Yambol kentinde Eski Cami, Bulgaristan’da ikinci büyük camidir. 1373 yılında yapılmış ve bugün 17. yüzyıldan kalmak orijinal görünümünü ve içindeki duvar resimleri restore edilmiş ve oldukça iyi korunmuştur. Merkezi dört kubbe taraftan yükselen kemerleri dev sütunlara yerleşmiştir.
Plovdiv’te Cumaya Cami, Sofya’da Büyük Cami (Banya Başı Camii), Ak Yazılı Baba Türbesi ve Demir Baba ünlü Türbeleri, Harmanlı’da Kervansarayı, Svilengrad Köprüsü gibi Balkarlarda en büyük ve en etkileyici anıtlar bulunmakta ve korunmaktadır.
Banya Başı Camii Avrupa’nın en eski camilerinden biridir. Kuruluş tarihi hakkında çeşitli tarihler varsa da 1566 yılını kabul etmek daha uygundur. Mimar Sinan tarafından tasarladığı söylenirse de bu hala sadece bir varsayımdır. En dikkat çekici özelliği geniş kubbesi ve minare yüksekliğidir. Banyabaşı Cami’ni Molla Efendi Kadı Seyfullah adında bir hayırsever kurduğu için bazı kaynaklarda onun adıyla da anılmaktadır. Seyfullah Efendi Cami de denir. Çeşitli kaynaklar kuruluş tarihini de farklı göstermektedir. Evliya Çelebi’nin “Sofya’da en güzel minaresi olan Cami” olarak vasıflandırmıştı. Cami mimari bakımından ilginçtir. Tuğla taş sıraları ile yapılmış, Razgrad’daki İbrahim Paşa Camii’nde olduğu gibi, dört köşeden geçirilmiş kulecikler 16 dilimli kasnağın köşelerine çift göğüslemeler konmuştur. Son Cemaat yeri ve kemer aynaları kesme taştan olup, sütunlar yekpare ve koyu renktedir. Başlıklar çift istalaktitlidir. Tek kapı ufak bir taçla biten kesme taştan yapılmıştır. Kemer aynasında taş üstüne boya ile yazılmış, okunmayan kara bir yazı ve altında 974 (1566-1567) tarihi vardır.
Cumaya Camii veya Ulu Camii de denilen 1365-1369 yıllarında yaptırıldığı Murad Hüdâvendigâr’ın Büyük Camii, Plovdiv’in tam orta yerinde bulunmaktadır ve en son restorasyonu 2008 yılında yapılmıştır. 1553 yılında Filibe’ye uğrayan Hans Demschwan, bu ulu mabet Hüdâvendigâr Camii’ni, büyük ve muhteşem bir yapı olarak tarif etmektedir. Hüdâvendigâr Camii orijinalde, bedesten, han, hamam ve imareti ile birlikte bir külliye olarak inşa edilmiştir. Bu yapıların çoğu çeşitli sebeplerle ortadan kalkmıştır. Külliyenin en önemli yapılarından olan Kurşunlu Han, şimdi bir alışveriş merkezi olarak bulunmaktadır. Evliya Çelebi’nin doğduğu 400. yılında şunu da hatırlayalım, 1652’de Filibe’ye uğrayan ünlü Osmanlı Seyyahı, “Çarşı içinde kalabalık cemaate sahip Ulu Cami, Edirne Fatihi Gazi Hüdâvendigâr Sultan I. Murat Han’ındır. Kâgir yapı büyük kubbelerle bezenmiştir ve caminin içi çok süsler bulunmaktadır.
Bulgaristan’da bulunan Osmanlı Mimarisinin gelişiminde bütün devrelerden örnekleri var. Klasik Selçuklu, Bursa, Mimar Sinan döneminden klasik Osmanlı ve sonrası, Lale devri zamanında ve Avrupalılaşma dönemine ait binaları mevcuttur.
Osmanlı mimarisi, Balkan topraklarında Anadolu’dan getirilen ve saklanan yapı geleneği ve mimari örneklerin temelinde gelişimini sürdürmüştür. Zaten daha önceden, tarihi 12. ve 13. yüzyıllarda Bizans kültür etkileşimi yaşamıştır.
Cami haline kiliseleri dönüştürme gibi dönemde Osmanlı fetihler sırasında yeni topraklarda Anadolu geleneği ile yerel gelenekler arasında etkileşim yoluyla özellikle İstanbul’un fethinden sonra çok özel ve diğer İslam topraklarında farklı bir Osmanlı mimarisi de doğmaktadır. Onun içerisinde de Fars ve Bizans etkileri ve unsurları da onun özgürlüğüne katılmıştı. Böylece Başkanlarda veya Rumeli’de çok özel Osmanlı sanat sitili de doğup gelişmektedir.
Mimar Sinan mirasını hacimleriyle, eşsiz güzelliği ile mekânsal çözümleri ile hala çağdaşlarımızı hayran kalmaktadır. Osmanlı mimarisinde “Altıncı” sıfatını kazandıran 16. yüzyıl Mimar Sinan adıyla tanımaktadır. O en verimli ve yaratıcı bir biçimde Bizans geleneği kullanmaktadır. Çok özel sentezlere ulaşarak Şehzade Camii, Süleymaniye ve Selimiye gibi dünyaca tanınan şaheserlerini yaratmıştır. Onun çok sayıda eser Eski Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya olduğu gibi Balkanlar’ın coğrafyasında bulunmaktadır. Onun 81 cami, 50 mescit, 55 medrese, 7 mektep, 10 türbe, 14 İmaret, 3 hastane, 6 su kemeri, 8 köprü, 16 kervansarayı, 33 saray, 35 hamam ve diğerleri inşa ettiği binaları olduğu düşünülmektedir. Sofya’da Yedi Azizler Kilisesi, Kara Camii olarak bilinen Harmanlı’da Kurşunlu Cami ve 16. yüzyıla ait Uzuncaova’da bir cami onun tarafından yaptırıldığını tahmin edilmektedir.
Balkanlar’daki Osmanlı kültürü İslam medeniyeti çerçevesinde ve estetiğine göre gelişirse de kendine mahsus özellikleri ile benzersiz ve özgü. Onun başka bir özelliği Rumeli’den gayri Müslim ustaların kendilerine ait yerel estetik e sanat Osmanlı tat ve estetik zevkleri ile örtüşen yaklaşımla devletin bina yapımına da katılışı. Özellikle 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyıl boyunca Osmanlı binaları dini de dâhil olmak üzere yerli işkollarının katılımı çok sayıda örnek bulunmaktadır. Onların arayışlar sonucu olarak başkent dışında estetiğin yeniden düşünmenin ve bazı yenilikçi denemelerin ürünleri o dönemin mimarisinde rastlanmaktadır. Lale Devri tüm yeniliklerin ateşli destekçisi Şerif Halil girişimiyle 1744yılında inşa edilmiş Şumnu’da Tombul Cami bunun bir örneğidir. Banyabaşı Camii olduğu gibi o da bir külliye olarak düşünmüştü ve tasarlanmıştı. Onun yapımında klasik Osmanlı mimarisinin özellikleriyle birlikte Barok ve Rokoko’nun unsurları ağırlığının gözle görülebilir ve özellikle renkli iç dekorasyonu, zengin duvar resimler, bitki-çiçekli-laleli dekorasyon motiflerin sayesinde kolayca Lale Devri sitiline ait olduğunu tespit edilebilir. Caminin güzelliği neşeli dolu mimarisinden ve dekorasyonundan kaynaklıyor ve de hacimlerin oransızlığını yenmesinde yaratmaktadır.
Samokov kentinde bulunan Bayraklı Cami Osmanlı mimarlık sanatının en mükemmel örnekleri ile o dönemin Bulgar dekoratif sanatının başarılı bir sentezi şeklinde gerçekleşmiş olduğundan özgü ve uyum açısından en başarılı olanlardan sayılır. Batı etkilerin özellikle Barok ve Rokoko stillerinin benimsemesi en çok duvar, kubbe ve mihrab süslemede floral motiflerin zenginliği, madalyon, vazo, çiçek, elenkle süslenmesinde, sütun başlığında v.s. göze çarpar. Tombul camide de kuvvetli olan bu etkisini kıyaslarken Bayraklı Caminde bireysellik, sanat ve mekân sanatsal kullanımı için eğilimi daha belirgin olduğunu hissedebilir.
Bugün Osmanlı kültür mirasına Avrupa’nın bir kültürel rota olarak bakabiliriz. Bu da bölgemizi birleştirebilir ve Avrupa’nın çok kültürlü birliği anlayışın güçlendirmesine katılabilir, Avrupa’nın Güneydoğusunda eşsiz ve özgün taşınır ve taşınmaz kültürel mimarısın yeniden yorumlamasına da yardım edebilir. Böylece Balkanlar’daki kültür mirasının korunması ve ortak değerlerin yaratılmasında bilinç geliştirilmesi ve ortak çalışma platformu oluşturması Balkan ülkeleri genç nesilleri arasında da sağlıklı bir diyalogu başlatabileceğine inandığını” söyledi.
Oturumun ilk konuşmacısı
ICOMOS Bulgaristan Komisyonu Üyesi ve Sofya Mimarlık ve İnşaat Mühendisliği Jeodezi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Emil Momchilov Yordonov konuşmasında:
“Kamu Yapıları, Saray ve Surlar; Ortaçağa Mimari ve Mühendisliğinde Doğu Avrupa ve Batı Asya arasındaki benzerlikleri.
Resmi araştırma teorisi, inanç ve politik statü farklılıklarına atıfta bulunarak, Bulgarların ve Türklerin anıtsal mimari eserlerini, dini ve kamusal mirasını sınırlandırarak, tasniflemektedirler.
Türkler ve Bulgarların yaşam alanları olan Doğu Avrupa ve Batı Asya bölgelerindeki geleneksel mimarinin evrimi, öncelikleri ve kültürel varlıklarıyla ilgili net bir teori ise halen oluşmamıştır.
Birçok anlamda Türkler ve Bulgarların yaşam ve barınma şeklini karakterize eden değerler aynıdır; bu değerlerin bir kısmı Arap-İran-Sasani kültürüne, bir kısmı iklim ve yerel özelliklere dayanır ve küçük bir bölümü ise inanç ve ideolojiye özgündür.
Bu çalışmanın amacı Doğu Avrupa ve Batı Asya ortaçağ mimarisinde gözde görünen benzerlikleri sergilemek ve ortak kökenlerinin daha fazla ortaya konmasını teşvik etmektedir. Bu amaçla bu çalışma kapsamında Antik dönem Batı Asya eserleri, Doğu Avrupa ve Batı Asya’daki ilk Bulgar ve Rus devletlerinin ortaçağ boyunca ortay koydukları eserler ile karşılaştırılırken, 17.yüzyıla kadar uzanan Osmanlı yükselme döneminin mimarisi ile benzerlikler etkileşimler orta konulacaktır” dedi.
Oturumun ikinci Konuşmacısı
Romanya “İon Mincu” Mimarlık ve Şehircilik Üniversitesi, Mimarlık Tarihi & Kuramı ve Miras Koruma Bölümü Bakanı Prof Dr. Anca Bratuleanu, Asistanı Doktora Öğrencisi Niana Mihnea Konuşmasında;
“16. ile 18. yüzyıl arasındaki Romanya Mimarisindeki Osmanlı Etkisi sunumu ile Osmanlı mimarisi, içyapı ve bezeme sanatlarının, tarihi Romanya beylikleri olan Eflak ve Moldovya’nın mimarisini, üç yüzyıl boyunca nasıl etkilendiği ortaya konulmaya çalıştığını. Başta Ortodoks Patrikhanesi’nin merkezi olan Fener İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamında bulunan bina modellerini takiben yapılan halk çeşmeleri ile gelişirken, aynı dönemde Eflak ve Moldovya kent modernleşmesi de Osmanlı etkisi altında şekillendiğini.
Tüm Romanya uygarlığı göz önüne alındığında bu mimari etkilenmenin oldukça zengin olduğu yine bu çalışma da ortaya konulacağından” bahsetti.
Oturumun üçüncü konuşmacısı
Yunanistan ICOMOS Komisyonu Yönetim Kurulu Üyesi ve Trakya Democritus Üniversitesi, mimarlık Fakültesi Mimari Biçimler ve Yöntemler Laboratuarı Direktörü Doç. Dr. Nikolaos Lianos;
“Yunanistan Osmanlı Dönemi Mimari mirası ve Korunmasını, Yunanistan’da 2002 yılında çıkarılan Arkeoloji Kanunu’yla “Eski Eserleri ve Yunan Kültürel Mirasının Korunması” başlıklı yazısında, Yunanistan’da koruma altına alınan eserleri, 1830’dan önceki döneme ait eski eserler ve Yunanistan Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi olan 1830’dan sonraki döneme ait Yunan Kültürel eserleri olarak ikiye ayırmaktadır.
Birinci kategori içinde kalan Osmanlı Dönemi eserlerine olan akademik ve bilimsel ilgi 20. yüzyılın başlarında artmış ve günümüzde daha da artan bu ilgiye paralel olarak birçok bilimsel ve yazınsal çalışma yürütülmektedir. Öte yandan yürütülen konservasyon çalışmaları sayesinde ve bu çalışmaların parçası olarak zengin bir bibliyografya da oluşturmaktadır.
Bu makale, Yunanistan’da Osmanlı Dönemi mirasına yönelik yürütülen korumu çalışmalarından çalışmalarda gelinen bugünkü durumu ortaya koymayı amaçlamaktadır.” dedi.
Daha sonra Mimar Sinan’ın Ustalık Döneminde yaptığı Selimiye Camisi, Edirne Belediyesi ve Eski Caminin bulundu bölgedeki alanda bulunan Mimar Sinan’ın heykeline çelenk konulmasıyla program sona erdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder