9 Kasım 2010 Salı

Atatürk ve Binicilik “Türklerde At Kültürü”


Güçlü ve dinamik özelliklere sahip bir hayvan olan at, sanayileşme çağı öncesinde tüm toplumlarda sürekli kullanılan en önemli binek ve taşıma hayvanıdır. Atın evcilleştirilmesi insanlık tarihinde önemli bir aşamadır. Medeniyetlerin gelişmesinde, tarıma bağlı hayvancılığın gelişiminde, göçebe kültürün yayılmasında atın önemli bir rolü vardır. Atlar gündelik hayattan siyasete, savunmaya ve kültüre kadar çok değişik alanlarda önemli bir yer tutmuş, savaş zamanlarında onsuz edilemez birer silaha dönüşmüşlerdir. Attan önce evcilleştirilen ve ürünlerinden yararlanılan keçi, koyun, sığır gibi hayvanlar insanlık tarihinde at kadar etkin olamamışlardır.

Türklerde At Kültürü
Türkler tarih sahnesinde atlara olan ilgileri ve at yetiştirici özellikleriyle tanınırlar. Türkler, koşum takımlarını, üzengi, eğer ve dizgini keşfederek ata binmek ve ona hakim olmak sayesinde hızlı bir nakil ve muharebe aracı elde etmişlerdir. Dolayısıyla, Türklerin bu at sevgisi, atlı araba kültürünü de beraberinde getirmiştir.
Evcil atın kökeninin kuramsal olarak kalıntıları Orta Asya’daki Cungarya’da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı “Equus Przewalsky” olduğu öne sürülmüştür. Ancak, eski çağlarda bir değil birçok türden yaban atı yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü’ndeki “Türklerin yarattığı kültür” savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı olarak kullanılan at, “Przewalsky” cinsi değil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı batı bozkırları cinsidir. Asya Hunları “Przewalsky Atı”nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli “Przewalsky Atı” koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli değildi. “Bozkır Atı”nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık manevra hareketlerine kolayca alışabilen bir gövde yapısı vardı. Asya’daki ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afanasyevo Kültürü MÖ 2500–1700 ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo Kültürü’nde MÖ 1700–1200 görülmüş ve Andronovo Kültür Çevresi’ne giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Çeşitli bilginlerin araştırmalarının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki kültür, Türklerin eski ataları tarafından yaratılmış olup Andronovo ve Afanasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk=Turan tipini temsil etmektedir
Atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Bozkır Kültürü”nde görülmektedir. Bozkır Kültürü’nde rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak subaşlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü’nde duyulacağı açıktır. Bozkır Kültürü’nde, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı”nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür. Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeğe geçek ilk ırk Türklerdir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde “Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi” yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollarda da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türklerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır.
Türklerin özel sempatisi ile binek ve yük hayvanı olarak at yetiştirilmesi, eskisi kadar olmasa da günümüzde kırsal bölgelerde devam etmektedir. Önceleri ata eyersiz binilmişse de, bu uzun sürmemiş; kontrolü elde tutmak, biniciyi rahat ettirmek vb. sebepler at koşumunun “binit takımı” gelişmesini sağlamıştır. Türklerin kullandıkları at koşumları hafif donanımlı, atın süratini engellemeyen türdedir. Takımların, binicilerinin giyimlerine de uyumlu olmasına özen gösterilmiştir.
Türk toplumlarında ordularda askerin atlandırılması olgusuna Göktürk yazıtlarından itibaren rastlamaktayız. Türk atının uzun yola dayanıklı ve hızlı koşar olması, orduda haberleşme alanında da kullanılmasını sağlamıştır. Atlarını savaş düzenine alıştırmış olan Türkler manevra yeteneği fazla olan Türk atları ile uzaktan savaşma tekniğini geliştirmişlerdir. Atların hafif donanımları, askere yoldan ve zamandan kazandırırdı. Orduda, atların gece yürüyüşlerine de alışabilmeleri için iyi görebilenleri tercih edilirdi. Türk devletleri, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemi ordularının vazgeçilmez bir parçası olan at, II. Dünya Savaşı yıllarına kadar etkinliğini sürdürmüştür. Günümüzde de küçük bir atlı birlik şeklinde ve sembolik anlamda ordumuzun Muhafız Alayı bünyesinde yaşatılmaktadır.
Türklerde daha çok binek hayvanı olarak kullanılan at, önceleri elverişli yerleşim alanları, otlak ve suyolları bulmak gibi amaçlarla kullanılmış, daha sonra savaş atı olarak da yetiştirilmeye başlanmıştır. Türklerdeki eski at kültürü İslamiyet’te de kaybolmamıştır. Osmanlılarda at terbiyesine ve yetiştiriciliğine büyük bir önem verilmiştir. “Istabl-ı Amire” “Padişah sarayının ahırı” saraya bağlı önemli bir kurumdur. Bu kuruma bağlı çok sayıda “yund ocağında” “haralarda” at yetiştirilmiştir.

Türkiye Binicilik Tarihi
  • 1911- Türkiye'de ilk binicilik okulu "Binicilik ve Tatbikat Okulu" adı ile kuruldu.
  • 1913- Mahmut Şevket Paşa, Sipahi Ocağı'nı kurdu. Bu ocak sayesinde özellikle ordu, biniciliğimizin en önemli kaynağı haline geldi.
  • 1923- Türkiye Binicilik Federasyonu kuruldu.
  • 1932- Türkiye uluslararası binicilik federasyonuna FEI üye oldu.
  • 1933- Türkiye'deki ilk milli binicilik karşılaşması İstanbul Taksim Stadı'nda yapıldı.
  • 1935- İlk altın madalyayı Achen Konkurhipikleri'nde, Üst. Tğm Saim Polatkan Kısmet ile aldı.
  • 1936- Türk biniciliği ilk kez Olimpiyatlara katıldı. Berlin Olimpiyatları'nda Yüzbaşı Cevat Kula, Çapkın ile ferdi 6. oldu Bugüne kadar yapılan en iyi olimpiyat derecesi.
  • 1938- Mussolini Uluslar Altın Kupası'na Almanya, İtalya, İrlanda, Romanya ve Türkiye katıldı. Türk ekibi; Cevat Kula Güçlü, Saim Polatkan Çakal, Eyüp Öncü Ünal, Cevat Gürkan ise Yıldız isimli atlarıyla birinci oldu.

Spastik Özürlülere Atlı Terapi

Binicilik Federasyonu, atla terapinin, engellilerin iyileşmesinde olumlu sonuç vermesi üzerine, spastiklerin terapisinde kullanılmak üzere bütçesinden fon ayırdı. Atla terapinin son yıllarda engellilerin iyileşmesinde olumlu sonuçlar verdiğini belirlendiğini aktararak, dedi. Uzmanlardan alınan bilgiye göre, atla terapi sırasında, atın ileri-geri, yukarı aşağı ve yanlara doğru ritmik hareketleri, hastanın sinir sistemini düzenliyor. Sinir sisteminin harekete geçmesi, kişinin dilini daha iyi kullanmasını sağlıyor, planlama ve hareket kabiliyetini otomatik olarak geliştiriyor. Bu terapinin klinik yerine doğada yapılması, kişinin motivasyonunu artırarak terapiye daha olumlu sonuçlara ulaşılmaktadır.

Atatürk ve Binicilik
Ata ve atçılığa özel bir merak ve sevgisi yanında iyi bir binici de olan Atatürk, yurtta atçılığı ve yarışçılığı daima özendirdi. Yakınlarını da bu konuya ilgi göstermeye neredeyse zorladı. Bu da atçılığın ve yarışçılığın lehine olmuştu. Onun bu yoldaki emir ve direktifleriyle Türk atlı sporları olumlu bir gelişme kaydetmişti.
14 Ocak 1923 günü İzmir'de Uşakzade Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendikten sonra eşine verdiği armağanların arasında güzel bir atın bulunması da Atatürk'ün ata gösterdiği ilgi ve verdiği değerin ifadesidir kuşkusuz. Atatürk'ün tavlasındaki atların arasında "Sakarya"ya karşı özel bir ilgisi ve sevgisi olduğuda bilinir. Atatürk tatil günlerindeki atlı gezilerini hep "Sakarya" ile yapmak istemiştir.
 
Atatürk'ün at sevgisi, onu da bir ara yarışçılığa sevk etmişti. Gerçekte Atatürk belki de bunu yarışçılığı teşvik için yapmıştı. Atatürk'ün atının kazandığı bir yarışı, atçılık dünyamızın ünlü kişilerinden Said Akson'un "Yarışçılık Anıları" kitabından öğreniyoruz. Bu olayı, yazarının kaleminden keşfetmek gerekir:

"…Sosyete ve kordiplomatik yarışlarla alakalı idi. Fransa'dan gelen atlar içinde bir kısrak vardı. Bu Atatürk'ün atıydı. O sıra Afgan Kralı Amanullah Han Ankara’yı ziyarete gelmişti. Atatürk Amanullah Han'ı yarışlara getirdi. Algrette yarışlara katıldı. Primerole gibi kuvvetli bir rakiple karşılaşacaktı. Algrette koşuyu kazandı. Amanullah Han çok memnun oldu ve Atatürk'ü hararetle tebrik etti. Algerette Fransa da epey koşu kazanmış bir kısraktı, fakat tandonları zayıftı ve sene sonunda haraya çekildi, Ukko ile Alliance'in kızı olan Algrette çok muvaffakiyetli bir damızlık oldu. Karacabey harasında Cumulus'ten doğurduğu Çankaya isimli ilk tayı Atatürk o zamanlar Türk Konkur ekibinin as binicilerinden Saim Polatkan'a hediye etmiştir."

Türkiye’de atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla kurulan “Yarış Islah Encümeni” de Atatürk’ün büyük desteğini görmüştür. Bu encümenin vaki ricası üzerine, adına bir “Gazi Koşusu” ihdas olunmasına da severek izin vermiş 1926 ve böylece Türk yarışçılık dünyasının en önemli klasiği halini almış olan “Gazi Koşusu” 1927 yılından itibaren Türk yarışçılığına renk katmaya başlamıştır. Atatürk son olarak 18 Ekim 1936 günü Ankara’da, Sonbahar at yarışlarının Üçüncü Hafta Koşuları’nı izlemiştir.

Atatürk’ün Süvarileri 
Cevat Gürkan, Saim Polatkan, Cevat Kula ve Eyüp Öncü’nin, binicilik dünyasının en büyük yarışmalarından biri olan Roma Enternasyonal Konkurhipikleri’nin, en büyük mükâfatı ve en önemli yarışması olan “Mussolini Kupası”nı kazanmaları Büyük Atatürk’ü çok sevindirmişti.

Kaynaklar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder