2 Aralık 2010 Perşembe

Tarih 2 Aralık 2010


          



Dil Devrimi

Dil Devrimi Türkçeden yabancı kelimelerin uzaklaştırılması ve dilin kendi kaynaklarına dayanılarak derleme, tarama, türetme yollarıyla zenginleştirilmesi hareketidir. Milli edebiyatın dayandığı sade dil ilkesi, özellikle Harf Devrimi’nden (1928) sonra gelişti; Türk Dil Kurumu’nun 1932’den itibaren Türkçenin özleşme ve zenginleşmesine büyük katkısı oldu. 1945’te Anayasa dilinin Türkçeleştirilmesi, sanat ve bilim dili yanında yasa dilinin sadeleşmesine de imkân verdi. 1950-1960 döneminde yeniden 1924 Anayasası’nın diline dönülmesine rağmen Dil Devrimi gelişmesini sürdürdü, yazı dilinde Türkçe kelimelerin oranı %35’ten %72’ye yükseldi.[1]

Dil Devriminin Tarihçesi
Türkler onuncu yüzyıldan itibaren İslam dini ile birlikte (eskiden İslam kültürünün vazgeçilmez öğesi sayılan) Arapça alfabesini de benimsemişlerdi. Bunu izleyen dokuzyüz yıl boyunca Türkçe’nin gerek batı (Osmanlı) gerek doğu (Çağatay) lehçeleri, Arap alfabesinin Türkçe’ye uyarlanmış bir biçimi ile yazıldı.
Türklerde alfabe reformu önerileri ondokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren duyulmaya başladı. Dil konusundaki öneriler Arap yazısını düzeltmek isteyenler ile Latin alfabesinin kabulünü isteyenler diye ikiye ayrılıyordu.
Bu problemden doğan imla kargaşası yazılı basının ve resmi okul kitaplarının yaygınlaşması ile daha çok hissedildi. 1870’li yıllardan itibaren Türkçe’nin standart bir sözlüğünün oluşturulması çalışmaları ve imla konusunu gündeme getirdi.
1850-1860’lardan itibaren Türk aydın sınıfının tümü Fransızca biliyor ve bazen kendi aralarındaki yazışmalarda Fransızca kullanacak kadar bu dili benimsiyordu. Türkçenin Latin alfabesiyle ve Fransız imlasına göre yazılan bir biçimi de günlük yaşamın bir parçası haline geldi. İstanbul, İzmir, Selanik gibi ticaret merkezlerinin işyeri tabelaları Latin harfleriyle yazılmaya başladı.
İkinci Meşrutiyet döneminde, Türk ulusal kimliğini İslamiyet’ten bağımsız olarak tanımlama çabaları, özellikle İttihat ve Terakki’ye yakın aydınlar arasında ağırlık kazandı. Arap yazısı İslam kültürünün ayrılmaz bir parçası sayıldığı için bu yazının terk edilmesi aynı zamanda Türk ulusal kimliğinin laikleşmesi ve kendi özbenliğini ortaya çıkarması anlamına gelecekti.
Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu’da azınlıkların harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir yer tutmaya başlamıştı. Bu yayınların kazandığı popülerlik, Türkçe’nin Arap yazısından başka yazıyla da yazılabileceği fikrinin benimsenmesine yardımcı oldu. 1911’de Elbasan’da hocaların Latin harflerinin şeriat’a aykırı olduğuna dair fetvasına karşı sert bir söz dalaşına giren Hüseyin Cahit, Latin esaslı Arnavut alfabesini savunmakla yetinmeyip Türklerin de aynısını uygulamasını önerdi. 1911’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Arnavut kolu Latin esaslı alfabeyi kabul etti.
1914 yılında Kılıçzade Hakkı’nın yayınladığı Hürriyet-i Fikriye adlı dergide çıkan beş imzasız makale, Latin harflerinin yavaş yavaş kullanılmasını öneriyor ve bu değişikliğin kaçınılmaz olduğun ileri sürüyordu. Yayınlanan dergi İttihat ve Terakki iktidarı tarafından yasaklandı.
Türkçenin Tanzimat döneminden başlayarak sürdürülen sadeleştirme hareketleri İkinci Meşrutiyet’ten sonra Türkçülük akımının etkisiyle yoğunlaştırıldı. Yabancı kelimelerden arınmış Türkçeyi savunan yazarlar Türk Derneği, Genç Kalemler ve Türk Yurdu dergileri çevresinde toplanmıştı. Ziya Gökalp Türkçülüğün programını tespit ederken Türkçenin sadeleştirilmesi için izlenecek ilkeler üzerinde de durdu. Bu hareketler Cumhuriyet döneminde geliştirilerek devrim alanları arasında dil konusuna da yer verilmesini sağladı. 

Atatürk ve Harf Reformu
Mustafa Kemal de bu konuyla 1905-1907 tarihleri arasında Suriye’deyken ilgilenmeye başladı. 1922 yılında Atatürk ile Halide Edip Adıvar’la yine bu konu hakkında konuşmuş ve böylesi bir değişikliğin sert önlemler gerektireceğini söylemişti.
1922 yılı Eylül ayında Hüseyin Cahit’in İstanbul basın yayın üyelerinin katıldığı bir toplantıda Atatürk’e sorduğu “Neden Latin harflerini kabul etmiyoruz?” sorusuna,
Atatürk, “Henüz zamanı değil” yanıtını vermişti.
1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde de aynı yolda bir öneri sunulmuş, ancak öneri kongre başkanı Kazım Karabekir tarafından “İslam’ın bütünlüğüne zarar vereceği” gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak tartışma basında geniş yer bulmuştu.
28 Mayıs 1928’de TBMM, 1 Haziran’dan itibaren resmi daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik bir yasa çıkarıldı. Yasaya önemli bir tepki gelmedi. Yaklaşık olarak bu yasayla aynı zamanda harf reformu için bir komisyon kuruldu.
Komisyonun tartıştığı konulardan biri eski yazıdaki kaf ve kef harflerinin yeni Türkçe alfabede q ve k harfleriyle karşılanmasını önerdi. Ancak bu öneri Atatürk tarafından reddedildi ve q harfi alfabeden çıkartıldı. Yeni alfabenin hayata geçirilmesi için 5 ila 15 senelik geçiş süreçleri öngören komisyonun üyesi Falih Rıfkı Atay’ın aktardığına göre Atatürk “bu ya üç ayda olur, ya da hiç olmaz” diye zaman kaybedilmemesini istedi.
Alfabe tamamlandıktan sonra 9 Ağustos 1928’de Atatürk alfabeyi Cumhuriyet Halk Partisi’nin Gülhane’deki galasında katılanlara tanıtıldı. 11 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı hizmetlilerine ve milletvekillerine, 15 Ağustos’ta da üniversite öğretim üyeleri ile edebiyatçılara yeni alfabe tanıtıldı. Ağustos ve Eylül aylarında da Atatürk farklı illerde yeni alfabeyi halka tanıttı. Bu sürecin sonunda komisyonun önerilerinde, kimi ekleri ana sözcüğe birleştirme amaçlı kullanılan tirenin atılması ve şapka işaretinin eklenmesi gibi düzeltmeler yapıldı. 

Atatürk’ün Harf Devriminden sonra
İlk İmzalı ve Resmi Yazısını
Galatasaray Kulübüne Gönderdi
Atatürk, en büyük devrimlerinden biri olan “Yeni Türk Alfabesi”nin kabul edildiğini, 9 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu’nda verilen bir baloda ilan etmişti.
11 Ağustos 1928 Cumartesi günü yayınlanan 3530 sayılı “Akşam” gazetesinin ilk sayfasında “Gazi Mustafa Kemal Paşa”nın şu konuşmasını okumaktayız:

Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harfleri kabul ediyoruz.
Arkadaşlar, bizim güzel, ahenkdar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz.
Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel surette anlayacağız. Ben buna eminim. Siz de emin olunuz. Şimdi yeni Türk alfabesiyle yazdığım bu notları bir arkadaşa okutacağım, dinleyiniz; göreceksiniz ki çok kolay yazılmakta ve okunmaktadır.

Yukarıda gün ve sayısını gördüğünüz bu mektup, yeni Türk alfabesinin kabul edildiğini bildirmesinden tam 26 gün sonra Latin harfli bir daktilo makinesiyle Atatürk tarafından yazdırılarak Cumhur Başkanı sıfatıyla imzaladığı ilk resmi yazısıdır. Atatürk’ün bu yazısı ve büstü, bugün Galatasaray Lisesi’nin yan taraftaki kapısından girdikten sonra karşısına gelen özel bir binada bulunan kulüp ve okul müzesinin onur köşesini süslemektedir. 

Atatürk'ün Galatasaray Spor Kulübüne ziyareti
Alfabenin uygulamaya girdiği tarihte Atatürk 2 Aralık 1930 tarihinde Galatasaray Lisesini ziyaret etti. 1930 yılında dünyanın ve Türkiye'nin, siyasal ve toplumsal konjonktürü oldukça hareketlidir. Atatürk 18 Kasım'da bir yurt gezisine çıktı. İstanbul'a döndükten sonra bazı okulları ziyaret ve teftişte bulundu.[2]
1929'da ilk ve orta dereceli okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı. 1930da İmam-Hatip Okullarının ve 1933’te İstanbul Darülfünun’una bağlı İlahiyat Fakültesi’nin kapatılmasından sonra, Türkiye’de uzun bir süre hiçbir resmi ve özel yasal çerçevede eski yazıyla Türkçe eğitimi verilmedi. Ankara Üniversitesi Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Arapça ve Farsça kürsüleri var olmaya devam ettiyse de bunların öğrenci sayısı üç-beş dolayında kaldı.
Yazı Devrimi gerçekleştirildikten (1928) sonra bir süre Maarif Vekâleti’nde kurulmuş Dil Encümeni dil sorunu üzerinde de durdu. Türkçe sözlüğün hazırlanması, Türkçe terimler meydana getirilmesi konuları üzerinde 1932’den itibaren Türk Dil Kurumu geniş ölçüde durdu. Dilden bütün yabancı kelimelerin uzaklaştırılmasıyla ilgili bütüncü görüş bir ara yerini Güneş-Dil Teorisi’ne bıraktı. 

Güneş-Dil Teorisi kısaca şöyle açıklayabiliriz.
Dillerin kökeni ve Türkçenin öteki dillerle ilişkisini açıklamağa çalışan Güneş-Dil Teorisi 1935-1938 yıllarında Türkiye’de resmileşen bir görüş olarak savunulmuş, uygulanmış ve üniversitelerde okutulmuştur. Teorinin kaynağını Dr. H.F. Kvergiç’in Viyana’dan Atatürk’e gönderdiği La psychologie de quelques elements des langues turques (Türk dilinin bazı elemanlarının psikolojisi) adlı eser meydana gelmiştir.
Teoriye göre tarihten önceki bir çağda ilk insanlar güneşi her şeyin aslı olan varlık diye düşünmüşler ve ona “ağ” adını vermişlerdir. “ağ” ve onun değişmiş biçimleri (eg, ig, ey, iy…) bütün dillerdeki kelimelerin ana heceleridir. Teoriyi Türkçe kelimelere veya Türkçedeki yabancı kelimelere uygulayanlar her kelimenin hecelerinde “ağ” veya onun değişmiş biçimlerini bulmağa çalıştılar. Bu teoriye dayanılarak Türkçedeki yabancı kelimelerin etimolojik açıklamaları da yapılıyordu.
Güneş-Dil Teorisi Türk tarih tezine uygun olarak şu yargıyı kapsıyordu: “Türk dili taş ve Maden Devri’nde kültür kelimelerini göç yoluyla yeryüzündeki dillere yayan eski ve büyük kültür dilidir. Etimoloji sözcüklerinde kaynağı belirsiz olarak gösterilen birçok yabancı kelimenin Türkçe ile açıklanabilmesi bunu göstermektedir”. Atatürk, bu teori ile Türkçenin eskiliğini kanıtlamak ve bu konuda yapılacak yeni bir boyut kazandırmak istemişti.
24 Ağustos 1936’daki Üçüncü Türk dil Kurultayı’nda temel konu “Güneş-Dil Teorisi” oldu. Bir süre sonra bu görüşün savunulması bırakıldı."

Türk Ordusunda Türkçe kelimelerin geniş ölçüde kullanılmağa başlanmasını ortaöğretimde Türkçe terimlerin kullanılması izledi. Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun Anayasa adının alması ve Türkçe terimlere dayandırılması(1945) kanun ve resmi yazışma dilinde özleştirme yolu tutuldu. Dilden bütün yabancı sözcüklerin uzaklaştırılmasını amaç edinen yazarların (Fuat Köseraif) anlayışını Cumhuriyet döneminde en etkili biçimiyle Nurullah Ataç sürdürdü. Dil Devrimi’ne karşı hareketler (İstanbul Muallimler Birliği’nin dil kongreleri, Kubbealtı Cemiyeti’nin çalışmaları v.b.) etkili olmadı. Dil Devrimi’nin etkileri bütün bilim ve teknik alanlarını kapsadı.
Yazı Devrimi’nin gerçekleştirilmesinden sonra Atatürk, dilde özleştirme hareketlerine büyük bir ilgi göstermişti. Türk tarihinin sorunlarıyla ilgilenmek üzere kurulan Türk Tarih Kurulu’nun ilk kurultayı toplandıktan hemen sonra tarih çalışmalarını tamamlamak düşüncesiyle dil konusunu ele alacak bir kurum meydana getirildi. Tarih ve Dil kurumları, devrim Türkiye’sinin Türk kültürü ve uygarlığıyla ilgili temellerini araştırıyor, bunları çağdaş hayata bağlayacak tezlere varmağa çalışıyordu. Türk Dil Kurumu’nun Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan ilk kurultayında (26 Eylül-5 Ekim 1932) Türk dili bilginleri, sanatçılar, eğitimciler Türkçenin incelenmesi ve özleştirilmesi için gerekli ilkeleri belirlediler. Bu kurultayda, dilde devrimin değil ancak bir evrimin söz konusu olabileceği de Hüseyin Cahit Yalçın savunmuş, fakat sonuçta Atatürk Devrimleri’nin öteki alanlardaki uygulanışlarını tamamlamak üzere Dil Devrimi’nin gerçekleştirilmesine karar verilmişti. Hayatı boyunca Türk Dili Kurumu çalışmalarını yakın ilgi gösteren Atatürk, mirasının büyük bölümünü Tarih Kurumu’yla birlikte Dil Kurumu’na bırakmıştı. Kurum 1940’da kamu yararına çalışır dernekler arasına alındı. Türk Dil Kurumu çalışanlarının “derleme ve tarama”, “sözlük”, “dilbilgisi”, “terim”, “yayın ve tanıtma” kollarıyla yürütür.[3]

Türk Harf Devrimi ve Bulgaristan Türkleri
Türkiye’de “Harf Devrimi” yapıldığı günlerde, İtalyan Türkoloğu, Ettora Rossi, yeni Türk harflerinin eski Osmanlı topraklarında da yayılacağını yazıyordu.[4] Gerçekten çok geçmeden Bulgaristan, Kıbrıs, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Hatay gibi eski Osmanlı topraklarında yeni Türk harflerinin yayıldığı görülecekti. Türkiye dışında yeni Türk harflerinin ilk benimseyen Bulgaristan Türkleri oldu.
1920’lerde Bulgaristan’da yaklaşık 700 bin Türk yaşıyordu; Bunların 1700 kadar ilkokulu, 40 kadar ortaokulu, 1 öğretmen okulu vardı.[5] Öğretmen okulu 1928’de kapatılmış, yerine 1923 yılında Şumnu’da açılan “Nüvvap Okulu” bırakılmıştı. Bütün bu okullarda 60 bin dolayında Türk çocuğu öğrenim görüyordu. Bulgaristan Türkleri bakımından alfabe sorunu, öncelikle, bu çocukların hangi yazıyla okuyacakları sorunu demekti. 1928 yılana kadar eski harflerle öğrenim görüyorlardı. Bulgarcayı, bir yabancı dil olarak, üst sınıflarda öğreniyorlardı.
Bulgaristan Türklerinin ülke düzeyine yayılmış iki önemli örgütü vardı. Biri Sofya’daki Başmüftülüğe bağlı müftülükler, diğeri Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği idi. Başmüftülük, Türkiye’deki Atatürk devrimlerine karşı bir tutum takınmıştı. Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği ise, 1906’da kurulduğu günden itibaren ilerici, yenilikçi olmuş ve Bulgaristan’da Atatürk Devrimlerinin ateşli savunucusuydu.
Atatürk’ün devrimci atılımlarını adım adım izleyen Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği, Türkiye’de harf değişikliğine gidileceği duyar duymaz hemen işe koyuldu. Türkiye’de yeni harflerin resmen kabulünü bile beklemedi. 1928 yılının Temmuz ayında Lom kasabasında bir kongre topladı. Türkiye’de yeni yazıya geçilir geçilmez, Bulgaristan Türk okullarında da yeni Türk harfleriyle öğretime başlanmasına karar verdi.
Bu karar uyarınca Filibe öğretmenlerinden Ahmet Şükrü Bey, yeni harflerle, “Bulgaristan Türk mekteplerine mahsus” bir Türk Alfabesi hazırladı, 1928 yılı içinde Hasköy’de (Haskova-Xackobo), “Çikago” basımevinde bastırdı. Ön sözünde şöyle diyordu:

Bulgaristan Türk Muallimler Birliği yeni yazının mekteplerimizde kabulüne karar verdiği zaman, bittabi benim gibi diğer meslektaşlar da memnun olmuşlardır. Bu ulvi teşebbüsün Bulgaristan mektepleri için pek faydalı olacağını düşünerek fazla söz söylemeyi zait addederim.
İş bu maksatladır ki Türk Alfabesinitertip ettim. Bunda takip ettiğim usûl bilhassa çocuğun yeni yazıya pek kolay alışabilmesidir. Eski imladaki müşkülatı mazar-ı itibara alırsak, bunun ne kadar kolay olduğu derhal anlaşılır. Elde kâfi derecede levazımın bulunmayışı ve vaktin âdem-i müsaadesine binaen kitapta görülecek hatalardan dolayı mazur görülmemi rica ve bununla Bulgaristan (Türk) maarifine yardım etimi hissedersem benim için ne mutlu.”[6]

Kitap, kısa zamanda, yokluklar içinde hazırlanmış olmakla birlikte başarılıydı. Resimliydi. Türk harflerini tek tek, kısa kısa okuma parçalarıyla öğrenciye tanıtıyordu. Yalnız “ş” ve “ğ” harfleri bulunamamıştı. Bu harfler başka düzenlemelerle dizilmişti. “S” harfinin altına bir virgül, ya da ters soru işareti konarak “ş” yapılmıştı; “g” harfinin üzerine de bir yatık tırnak işareti koyularak “ğ” yapılmıştı. Bunların dışında kitapta başka bir kusur göze çarpmıyordu. Bulgaristan Türk okulları için, yeni ders yılı başlamadan bir alfabe kitabı yetiştirilmiş oluyordu. Öğretmenler Birliği, bu alfabeye okullarda öğretime geçmişti. Filibe Konsolosu, “Bulgaristan Türk Muallimler Cemiyeti, bu sene (1928) … mekteplerin küşadında mezkûr hurufatla tedrisata başlamıştır” diye rapor ediyordu.[7]
Türkiye’de Türk harfleri yasasının yürürlüğe girişinden bir hafta sonra Bulgar Milli Eğitim Bakanlığı, Sancak Eğitim Müfettişlerine gönderdiği 10 Ekim 1928 tarihli, 34423 sayılı genelgeyle Türk harfleriyle öğretimi yasaklıyordu.
Bu genelge açıktı, Bulgaristan Türk okullarında dürt yıl süreyle Türk harfleri yasaklanıyordu. Bulgar Milli Eğitim Bakanlığı, açık ve kesin olarak tutuculara arka çıkmış, Türkiye’de yapılan “Harf Devrimi”ne cephe almıştı.
Tutucuların yayın organı İntibah gazetesi, Türk harflerinin Bulgaristan’da yasaklanmasını “Maarif Nezaretinin Musib bir kakarı” başlıklı yazısıyla yayınladı.
Tutucular alfabe kavgasının birinci raundunu kazanmışlardı, ama devrimciler de gerilemek niyetinde değillerdi. Öğretmenler Birliği hemen Sofya’ya bir heyet gönderdi. Türk harflerini geçici de olsa yasaklayan kakarın kaldırılması için girişimlerde bulundu. Bulgar parlamentosundaki Türk mebusları da Öğretmenler Birliğinin istekleri doğrultusunda girişimlerin sürdürdüler.
Tutucuların organı İntibah, telaşa kapıldı. Alfabe kavgası zaman zaman Türkiye ile Bulgaristan gazeteleri arasında da polemik konusu oluyordu. İstanbul’da çıkan Milliyet gazetesi, Türkiye’den sınırdışı edilmiş “150’likler” ile kaçakların Bulgaristan’da yerli softaları kışkırtarak, Türk devrimine karşı cephe aldıklarını ve Bulgar makamlarının da kendilerine arka çıktıklarını yazmıştı.[8] Buna, Bulgaristan Hükümetinin sözcülüğünü yapan La Bulgarie gazetesiyle tutucuların sözcüsü İntibah ayrı ayrı karşılık vermişlerdi.[9]
Türkiye’de, “Türk Harfleri Yasası”nın yürürlüğe girmesinden iki ay 11 gün sonra, Bulgaristan Türkleri için de Türk harfleriyle öğretim yapabilme izni çıkartılmıştır. Hüsrev Gerede, bu iznin Türkiye elçiliğinin çalışmaları sonunda sağlandığını söylüyordu. Yerli Türk gazeteleri ise Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği’nin Sofya’daki girişimleri sonucunda Bulgar Milli Eğitim Bakanlığından izin çıkartıldığını yazıyordu. Gerçek, ikisinin ortasıydı. Hem Türk Öğretmenler Birliği, hem Türkiye elçiliği çaba harcamışlardı. Bulgar Hükümetinin Türkiye ile dostluğa verdiği önem de bu kararda etkili olmuştu.
Okullarda yeni harflerle eğitime geçilirken, aynı zamanda, Türkiye’deki “Millet Mektepleri”nden esinlenerek, Bulgaristan’ın Türk oymaklarında yeni yazı kursları da açıldı. “Halk Dershanesi”, “Alfabe Kursu” gibi uygulamalarla bir çeşit yeni yazı seferberliği başlatıldı. Bulgaristan Türklerinde de Türkiye’deki gibi çabalar görülüyordu. Hemen hemen aynı zamanda yanı heyecan, aynı seferberlik, aynı çabalar yaşanıyordu.
Türk harf devrimi üzerine yepyeni Türk gazeteleri Bulgaristan’da çıkmaya başladı. Bulgaristan’da tümüyle yeni yazılan ilk Türkçe gazete, Türkiye’de Türk harfleri yasasından önce, 16 Ekim 1928 günü Yanbolu kasabasında Yenilik adıyla çıktı. Aynı yıl Turan adlı bir gazete daha yayına başladı. 1929 yılında Savaş, Rodop, Halkın Sesi ve Deliorman gazeteleri katıldı. Daha sonraki dönemde Özdilek ve İstikbal adlı gazeteler çıkmaya başladı. Tutucuların yalnız İntibah gazetesi vardı. Rehber ortadaydı. Türkçe gazeteler içinde en önemlisi Sofya’da yayınlanan Deliorman’dı. 1929 yılında Bulgaristan Türklerinin düzenlediği ilk Milli Kongrenin organı durumundaydı. Sofya Elçisi Hüsrev Bey bunu, “Milli Kongre amalini takip eden ve mükemmeliyeti ile nazarı dikkati ceplen hali kalmayan” bir gazete olarak tanıtıyordu.[10]
Deliorman önceleri üç sayfası yeni yazıyla, bir sayfası eski yazıyla basılıyordu. Yazı işleri müdürü, “Türk harflerini bütün halk henüz bellemedi…” diyordu. Eski harflerle basılan son sayfanın başında iri harflerle şu duyuru sık sık yineleniyordu:
Türk, kendi alfabeni çabuk öğren! Çünkü gazeten, yakında Arap harflerini hiç kullanmayacaktır!
Bir süre sonra Deliorman, Arap yazısını büsbütün bıraktı. Bulgaristan Türk basını genellikle yeni yazıya geçti.
Böylece Bulgaristan’da, Türk “Harf Devrimi” tamamlanmış oldu.
Bulgaristan Türkleri, Türkiye Türklerinden bir parçaydı. Türk Devrimi’ni Türkiye ile birlikte yaşamaya başlamışlardı. Ama Türk harflerinin Bulgaristan’da 1930’dan sonra uzun ve çileli bir öyküsü vardır. 1934’te Bulgaristan’da başa geçen faşistler, Türk harflerine karşı savaş aştılar. Türk harfleriyle yayın yapan yerli Türkçe gazetelerin hepsi kapattılar. Eski yazıyla yazı yazan bir gazeteye bir süre izin verdiler. Yeni yazıyı savunan Türk aydınları suçlu gibi kovalandılar, ezildiler, kaçırıldılar, hatta ölüme yollandılar. Bulgaristan Türk okullarında yeniden eski yazıyı dirilttiler ve Türk harflerini boğazladılar. Alfabe işi, bir uygarlık işiydi. Eski yazıdan yeni yazıya geçiş, Türkler için Batı uygarlığına geçiş demekti. Bulgar faşistleri bu uygarlık atılımına katlamadılar. Bulgar yönetiminin ilk işi, seçimle işbaşına gelmiş olan Türk okul encümenlerini dağıtmak oldu. Bu encümenlere çoğunlukla genç ve Atatürkçü üyeler seçilmiş bulunuyordu. Bu gençler, Türkiye’deki Atatürkçü atılımları adım adım izliyorlar ve Bulgaristan Türk okullarını da o yöne götürüyorlardı. Bu yenilikçi okul encümenleri dağıtılınca, yerlerine Başmüftülükçe atanan kimseler getirildi. Böylece okulların kontrolü Başmüftülük yönetime geçti. Yunanistan’da, Romanya’da ve Yugoslavya’da bulunan bütün Türk azınlıkları mekteplerinde Türk harflerini kabul etmiş oldukları halde sadece Bulgaristan’daki Türk azınlıkların Türk kültüründen ayrılmak ve uzaklaşmak istemelerine imkân varmıydı?
Hele İkinci Dünya Savaşı yıllarında Bulgar baskıları daha da arttı. 1939-1944 yıllarında Bulgaristan’da Türk eğitimi çok zor günler yaşadı. 1700’ü aşkın Türk okulundan 1250 kadarı kapatılmış ve Bulgarlaştırılmıştı. Geriye kalan 400 kadar Türk Okulu binbir güçlükle eğitim öğretim vermeye çalıştı. Öğretim çağındaki Türk çocuklarının büyük çoğunluğu okula gidemiyordu. Değerli öğretmenlerin çoğu görevden alınmış, sürülmüş veya Türkiye’ye göçe zorlanmıştı. Konuyu özetlersek, Bulgaristan’da Türk eğitimi adeta bu dönemde can çekişmiştir.
1944 yılında iktidara gelen komünist Bulgarlar, önce faşistleri lanetlediler. Türk azınlığına kendi yazısını kullanma yolunu açtılar. Türk harfleri, öldü öldü dirildi. Gerek Bulgaristanlı, gerek Türkiyeli yazarların ve ozanların kitapları Sofya’da Türkçe ve Türk harfleriyle basıldı. Bu süre yirmi yıl kadar sürdü. Komünist rejim bur u dönüş yaparak sonunda faşist metotlarda karar kıldı. Bulgaristan hükümeti Türkçeye ve Türk harflerine savaş açtı. Okullarda ve halk arasında Türkçe konuşma Türk harfleri yasaklandı. Türkçe yayın yapan gazetelerin hepsi kapatıldı. 1946 yılında Bulgaristan Türk azınlık okulları toptan devletleştirildi.
Günümüzde, Bulgaristan’da ki rejim değişikliği ve Avrupa Birliğine girmesiyle Bulgaristan’da yaşayan Türklerinde eğitimleri yeni uygulamalarla düzeltilme yoluna gitmiştir.
 Kaynakça
* Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi, Kaynak Kitaplar, C.4, s.1370-1371
* Bilâl N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri 1878-2008, Genişletilmiş 2. basım Mart 2009 Bilgi Yayınevi, s.142-418.
* Osman Keskinoğlu, Bulgaristan'da Türkler Tarih ve Kültür, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 642, Birinci Baskı Aralık 1985.
* Burhan Aytekin, Bulgaristan notları
* http://www,turtcebilgi.com/turk_alfabsinin_kabulu/
* http://www.tarihportali.net /tarih/yeni_turk-alfabesinin_kabulu_harf_inkilabi
* http://tr.wikipedia.org/wiki/Harf_Devrimi
* http://www.ogretmenlersitesi.com/
 
          Dipnotlar

[1] Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi, Kaynak Kitaplar, C.2, s.34
[2] Devletin resmi yayın organı Ayın Tarihi Mecmuası (cilt 23–24, sayı 79–81, sayfa 6630–6631)
[3] Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi, Kaynak Kitaplar, C.4, s.1370-1371
[4] Ettero Rossi, “II nuovo alfabeto Latino Introdutto in Turchia”, Oriento Moderno, Anno IX, Nr, 1, Gennaio 1929, p.15.
[5] Bulgar resmi istatistiklerine göre, 1921/22 ders yılında Bulgaristan Türklerinin 1 673 ilkokulu, 39 ortaokulu ve 1 öğretmen okulu vardı. Bunlarda 60 540 Türk çocuğu okuyordu. 2 113 öğretmen ders veriyordu. (Bulgaristan Milli Eğitim Bakanı St. Omarçevski’nin, Bakanlığının 20 Mayıs 1920-1 Temmuz 1922 arasındaki çalışmalarına ilişkin raporu [Bulgarca], Sofya, 1922, s.570-575).
[6] Ahmet Şükrü Bey, Türk Alfabesi, Bulgaristan Türk mekteplerine mahsustur. Hasköy (Bulgaristan), “Çikago” matbaası, 1928, sayfa, resimli, fiatı 12 lef., s.2
[7] DBA-T.C. Filibe şehbenderliğinden Sofya Elçiliğine, rapor, 3.12.1928, No. 4012-207
[8] Milliyet (İstanbul), 13 Kasım 1928.
[9] La Bulgarie, 19 Kasım 1928 ve İntibah, 14 Aralık 1928, No.24.
[10] DBA-Sofla E’den Dışişlerine yazı, 5 Mart 1930, No. 320/137.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder