4 Temmuz 2012 Çarşamba

651. Kırkpınar Yağlı Güreşleriyle ilgili Yazım.

651. Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri
Güreş Sporunun Doğuşu
İnsan vücudunun istemli ve belirli amaçlar için eğitilmesi düşüncesi, insanlığın dünya üzerindeki varlığı kadar eskidir. Jeolojik devirlerde insanoğlu üstün güçler karşısında yaşayabilmek için aklını ve davranışlarını daima ayarlamak zorunda kalmıştır. Gerek avını yakalamak, gerekse kendini korumak için gerekli silahların yokluğu sebebiyle, insan sadece gücü ile mücadele etmek ve vücudunu gereği gibi kullanmak zorunda kalmıştır.
Bu gücünü arttırmak, yakın mücadelede başarılı olabilme maharetlerine yönelmiş, zaman içersinde taşı ve madenleri işleyerek elde ettiği aletleri silah olarak kullanmıştır.
Aslında sporlar; insanların yaşama biçimlerinin sonucu olarak meydana gelmiştir. İnsanlarca en eski bilinen çalışmalardan biri güreştir. Önceleri çeşitli gereksinimlerle doğan amaçsız gibi görünen hareketler zamanla bilinçli, amaca göre yapılana hareketler şeklini almıştır. Bunlar da, vücuda eğitici bir özellik kazandırmıştır. İnsanların düşmanlarından, vahşi hayvanlardan korunmak üzere mücadele vermek, kafadan tutma, boğma, devirme şeklinde kavgamsı daha sonraları birbirleriyle güç denemelerini yapmalarından “güreş” sporu ortaya çıkarmıştır.
Bunlar gösteriyor ki güreş, insanların yaşama biçimlerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Medeniyetin ilerlediği tekniğin aşama kaydettiği ileriki çağlarda insanlığın ateşi bulması, madenleri kullanmaya başlamasıyla güreş kişilerin gücünü ölçmek, kabile başkanları, komutanları seçmek gibi yeni amaçlar kazandı. Ayrıca özel günlerin de en büyük heyecanı haline geldi. Güreş şampiyonlarına, şiirlerle, şarkılara, efsaneleştirilerek yüceltildi, pehlivanların isimlerine abideler dikildi.
İlkel insanlar güçlü doğa koşullarıyla mücadele ederken, günümüzün güreş sporundan pek de farklı olmayan bir mücadele yaşamak zorunda kalmıştır.
Önceleri insan hayatının çevreye uyması, hayatta kalmasının tabii sonucu olarak içgüdüye dayalı gelişen güreş sporunun, medeniyetin ilerlemesiyle, toplumların kültürel, fiziki özelliklerinden de etkilenerek gelişme göstererek günümüzün ana spor dallarından biri haline gelmiştir.
Güreşin müdafaa vasıtası olmaktan çıkıp spor şekline gelişine kadar geçirdiği yıllar tarihin karanlıkları içinde kaybolmaktadır. Tüm sporların en eskisi olan güreş, bir bilim sanatıdır. Rakibi atmak, saf dışı bırakmak yeterli olmuyordu. Bu uğraş teknikle geliştirilmelidir.
Türkçenin çeşitli lehçelerinde küreş ve göreş şeklinde de bulunan kelimenin etimolojisi kesin olarak bilinmemektedir. Hem beden gücüne, hem de zekâya dayanan güreş sporunun geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir.
Milattan önceki dönemlerde mağaralarda ki duvar resimlerinde de görülen güreş figürleri, bu sporun en az o dönemden itibaren sistemli şekilde geliştirilmiş olduğunu göstermektedir.
İlk insanlar hayvanlarla, kendi cinsinden olanlarla, yakından uğraşmak zorunda kalınca, kendi vücut ağırlığıyla kas gücünden de yararlanma şekliyle Güreş spor sanatını yaratmıştır.
Bu görünümüyle güreş insanlığın yaşamı boyunca bireyin toplumlar arasında yüksek meziyeti olarak kabul görmüştür. Özel günlerde halkın en büyük heyecanlarından biri olarak, insan gücünü destekleyen türlü araç, imkânların ortaya çıkmasına karşın, bu değerleri, zamanımıza dek gelenekleriyle birlikte ulaşmıştır.
Güreş; İki canlı [insan] arasındaki araç, gereçsiz olarak yapılan yakın temas uğraşısının en kusursuz olanıdır. Gerçekte de öyledir. Güreş sporundaki bir anlık dalgınlık insanı tuşa [mağlubiyete] götürmektedir.
Güreş; rakibe vurmadan, kollar, bacaklar ve gövdeyi kullanarak rakibi alt etmeye dayanan spor dalıdır.
Güreş; insanların zekâ ve beden güçlerini birleştirerek kol ve bacaklarıyla yaptıkları bir mücadele türüdür.
Güreş; insanların güçlerini ve güvenlerini kollarıyla denedikleri ve aradıkları dönemlerde, biçimlenen bir mücadele türü olmuştur.
Batı Türklerinde güreş veya güleş şeklinde söylenen sözcük, “Divan ü Lügat it Türk” te küreş şeklinde kullanılmıştır.
Kür-er: Yiğit, sarsılmaz, pek yürekli, kabadayı adam demektir.
: Eş, arkadaş demektir.
Kür-eş-mek: Başka birisiyle yarışmak anlamına gelir. Güreş yapana da güreşçi denir. Burhan-ı Katı’a göre yürekli, cesur [şeci], yiğit, doğru sözlü kimseye de pehlivan denir.
Atatürk’ün veciz sözlerinden ve tariflerinde de anlaşıldığı gibi “güreş sporu sadece kaba kuvvetle yapılan bir iş olmadığını, bilakis üstün zekâ ve centilmenlik vasıfları yapılması gerektiğini” söylemiştir
İslamiyet’te de güreş teşvik edilmiş, hatta Peygamber Efendimiz (SAV) kendisi de bizzat güreşmiştir.
Güreş bir başka tarifi, iki pehlivan arasında, belirli kaidelere uyularak kuvvet üstünlüğünün, çeşitli oyunlarla rakibinin sırtını yere getirmek için yapılan karşılaşmadır. Güreş, insanların zekâ ve beden kuvvetlerini birleştirerek yaptıkları bir yenişme şeklidir. Bu yarışma insan bedenini geliştirir.
Güreş şudur; zekâ ve kuvvet oyunu. Bu iki varlık bir insanda birleştiği zaman büyük eşler başarır.” Atatürk güreş sporu böyle tarif etmiştir
Güreş Sporu Türklerin Kültür Değeridir
İnsan topluluklarını millet yapan, hayatiyetini muhafaza eden ve onu yücelten temel unsurlardan birisi de kültür dediğimiz maddi ve manevi değerlerdir. Dil, örf ve âdetler, inançlar, san’at ve edebiyat bir toplumun geçmiş yıllardan günümüze aktarılarak getirilen içtimai değerleridir.
Bu bağlamda spor kültürünün önemi ise objektif olarak görülebilmektedir. Özellikle tarihi kökenleri derin olan geleneksel Türk sporları birer canlı kültür değerlerimizdir. Bünyesinde temsil etmiş olduğu milletin sosyal yaşantısını, değerleri, gelenek ve görenekleri muhafaza edilmiştir.
Kültür unsurunun zorla değiştirilemeyeceği gerçeği yanında, mensup olduğu milletin ırkî ve ruhi yapısına uygun olarak kendi kendine değişim gösterebilir, daha doğrusu gelişebilir. Bu gelişme kültürlerin devamlılığını, büyümesini ve gelişmesini sağlar.
Türk milli spor kültürünün en güzel motiflerinin canlı örneklerinden olan geleneksel “Aba, Şalvar ve Yağlı güreşler”, ecdat yadigârı olarak ülkemizde gelenek olarak yaşatılmaktadır. Ancak, bu güzelim değerlerimizi daha sağlıklı yaşatarak bulunduğu yerden en yükseklere çıkartmak gerekmektedir.
Bugünü bilmek, yaşadığımız asrı tanımak, içinde bulunduğumuz medeniyeti kavramak, geleceği de keşfedebilmek için geçmişi öğrenmeye muhtacız. İşte, “dünü bize öğreten bilgiye tarih”. “geçmişi günümüze bağlayan, günümüz olaylarına ışık tutan” kişilere de tarihçi deriz.
Benim en çok sevdiğim spor güreştir Atatürk
Atatürk, “Bütün tehditler karşısında en büyük gücümüz, temel düşünce yapısıyla birlikte bütün diğer unsurlarını da içeren kültürümüzdür” “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür” diyerek ehemmiyetine binaen spor kültürüne yönelmiştir.
“Türk Milleti anadan doğma sporcudur” söyle sporun Türk toplumunun millet oluşunda ne kadar olumlu rol oynadığını vurgulamış, “Dünyada spor hayatı ve spor âlemi çok önemlidir, bu kadar mühim olan spor hayatı bizim için daha da mühimdir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın gelişmesi ve düzelmesi meselesidir” diyerek, sporun önemine işaret etmiştir. Milli spor kültürümüzün millet hayatındaki önemine işaret eden Atatürk, milli spor kültürümüzün milli sınırlarımız dışında daha da etkin olmasını arzu etmiş ve sporu sevk ve idare edenlere “Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliği tutmaktır” direktifini vermiştir.
Türklüğün varoluşundan Anadolu’ya değin, ana sporlarımızın güreş [karakucak, aba, yağlı] cirit, binicilik ve okçuluk gibi milli spor kültürümüzün korunmasını ve yaygınlaşmasını ana ilke olarak kabul etmiştir.
Tarih, Türklerin en eski dönemlerden beri, sportmen bir millet olarak kaydetmektedir. Tarihsel buluntu ve belgeler göstermektedir ki, Avrupa’nın henüz uygarlıktan uzak bir yaşam sürdüğü dönemlerde, Orta Asya’da yaşayan Türkler beden kültürüne ve spor hareketlerine büyük önem vermişlerdi. Bu yıllarda Türkler göçebelikten tarıma ve hayvancılığa geçmektedir.
Büyük devletler kurmuş Türk Milletinin, anatomik yapısına ve cengâver ruhuna ve uygun sporda şüphesiz ki güreştir. Türk hakanları ve padişahları seçilirken bilgili, cesur ve sporcu olan şehzadeler, diğer kardeşlerinden üstün tutulurdu. Özellikle güreş ve güreşçi, saray kuruluşlarının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Kutsal günlerde “Sonbahar, İlkbahar, Panayır, Ramazan, Bayram Şenliklerinde, Tahta geçme şölenlerinde, Sünnet düğünlerinde, Tuğ töreni, Kısbet giyme törenlerinde, Çift konuşma şenliklerinde, Cuma, Pazar, Yayla, Savaş dönüşü (fetih), Sinsin, Geleneksel şölen (festivaller), Bağ bozumu şenliklerinde, Evlenme toyları, Koz paylaşma ve sulh) yapılan şölenlerde boru, davul ve mehter çalındıktan sonra mutlaka önce güreş yapılırdı. Güreşlerin giysi ve kuralları Türk töresinin gelenekleri doğrultusunda bir Oğuz töresiydi.
Güreş, Türk kültürünün uzun yıllardan beri yaşayan canlı örneklerinden olup, milletimizin ata sporları simgesine dönüşmüştür. İki üç Türk genci bir araya gelse ikisi güreşerek, biri seyrederek eğlenirlerdi. Öyle ki güreş, yiğitliğin mertliğin, arkadaşlığın ve sevginin bir ifadesi olmuştur.
Günümüzde, Anadolu’da uygulanan folklorik güreşler, dünyada görülen, insanların ilk giysili güreşlerinin uzantısıdır. Eski Türkler, Selçuklular araç gereç istemeyen bu en zahmetsiz spor dalı ile doyasıya uğraşmışlardır. O günün yaşam biçimi olarak günlük giysilerle yapılan güreşe, zaman içersinde standart kıyafet biçilmiştir.
Osmanlılarda iki ana güreş türü vardı: Karakucak ve yağlı güreş. Bunun yanı sıra Hatay yörelerinde “Aba güreşi” görülmektedir. Judo’ya benzer bir güreş türü olan aba’da yenişmeler ayakta olur. Ayrıca, “Don” ya da “Şalvar Güreşi” denilen bir güreş türü daha vardı. Bu güreşte pehlivanlar alt bölümlerine geniş bir don ya da şalvar giyerler, üstleri çıplak olarak güreş tutarlardı. Aba ve şalvar güreşlerinin yapıldığı bölgelerde sevilen ve uygulanan “Su” ve “Sinsin” güreşleri de yapılmaktadır.
Folklorik güreşlerimizi kısaca şöyle sınıflandırırız.
A.     Kuru Güreşler: Karakucak-Aba-Şalvar-Sinsin
B.     Yağlı Güreş
C.     Su Güreşi (Tumdurmaç)
Tarih boyunca, İslamiyet öncesi ve sonrası dönemlerde Türkler yukarıda belirttiğim güreşleri yapmışlar. Günümüzde de aynı ilgi ve destekle bu güreşlerimiz yaşamını sürdürmekte olup, yöre insanlarının özel günlerinde heyecanla izlenmektedir.
Devan edecek
4 Temmuz 2012 Edirne Yenigün Gazetesinde yayınlanmaktadır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder