31 Temmuz 2012 Salı

Bosna Hersek'teki Srebrenitsa'da Katliamın 17 yıl dönümü dolayısıyla Anna Töreni Yapıldı.

Bosna Trajedisinde
Yunanistan ve Arakan’daki
Srebrenitsa
Bu yıl da Bosna Hersek'teki Srebrenitsa'da, 11 Temmuz 1995'teki katliamın 17. yıl dönümü dolayısıyla anma töreni gerçekleşti. Avrupa'da 2. Dünya Savaşı'ndan sonra en büyük trajedi olarak nitelenen katliamın kurbanlarını anmak için düzenlenen törene katılmak isteyen binlerce kişi, bölgeye akın etti.
Srebrenica'daki tören, kentin girişindeki Potocari anıt mezarlığında düzenlendi. Törende, kimlikleri teşhis edilen ve katliam sırasında 14–75 yaşları arasında olan yaklaşık 300 kişinin kalıntıları daha toprağa verildi.
Öğrendiğim kadarıyla bu yıl da Batı Trakya Türklerinden oluşan bir grup törene katılmış... Batı Trakya Türkleri de bu kara günde Boşnak kardeşlerinin acısını paylaşmak için oradaydı.
Bu yıl da TRT’den canlı yayınlanan Srebrenista Potocarı Şehitliğindeki anma törenleri ve saatlerce aralıksız süren anma programında katliam tanıklarının ve soykırım belgesellerinin yer aldığı görüntüler yüreklerimizi sızlattı. Avrupa'nın göbeğinde 350 bin kişi öldü, 45 bini çocuktu... 50 bin kadın tecavüze uğradı, 2,2 milyon kişi evini terketti, 28 bin kişi ise hala kayıp... 28.000 kayıp insandan 25.000'inin Bosnalı Müslüman olduğu söyleniyor.
Bölgede her geçen gün yeni toplu mezarlar açığa çıkıyor. Bu güne kadar 400’ün üzerinde toplu mezar bulundu.
Yakın tarihimizin en karanlık sayfalarından birini teşkil eden Bosna Kıyımında [Bosna Savaşını diğer savaşlardan ayıran yön şudur ki; savaş büyük çoğunlukla Sırbistan ordusuyla, silahsız-savunmasız Boşnak siviller arasında cereyan etmiştir! Buna savaş demek pek doğru olmasa gerek.] 1992–1995 yılları arasında Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre Bosna Hersek'te yarım milyona yakın Boşnak dünyanın gözü önünde sistematik olarak katledilip soykırıma tabi tutulmuştur. Suçları sadece Müslüman, Sırplar’ın deyimiyle “Türk” olmaktı. Sırplar ve Hırvatlar, savaş süresince on binlerce kadına tecavüz etmiş, katlettikleri insanlarda bebek, çocuk kadın, ihtiyar ayrımı yapmadan, hepsini akla-hayale sığmaz işkencelerle öldürmüşlerdir.
Batı Trakya Türkleri olarak bir kez daha bu katliamlara maruz kalmış tüm şehitlere Allah'tan rahmet diliyor, Bosnalı kardeşlerimizin acısını paylaşıyor, 15. yıldönümünde bu katliamı bir kere daha lânetliyor ve kınıyoruz.
Yunanistan’ın Srebrenitsa’da Ne Arıyordu?
Srebrenitsa Soykırımın’da Yunanistan’ın da parmağı var, diyen cesur Yunan gazeteci, 2 yıl önce soykırımcıların sistematik baskı ve linç hareketiyle karşı karşıya kalmıştı.
Tam 2 yıl önce Yunanistan’daki çeşitli basın-yayın organları için bağımsız olarak çalışan Takis Mihas isimli gazeteci hakkında, ülkesinin askerlerinin 1995’te Bosna Hersek’te yaşanan Srebrenitsa soykırımında rol oynadığıyla ilgili ifadeleri yüzünden dava açıldı.
Eski PASOK’lu bakan Stavros Papathelimis’in başkanlığındaki Panhelenist Makedon Birliği Partisi sözcüsü Stavros Vitalis tarafından açılan davada, Mihas, Yunan gönüllüleri “milis”, olayları “katliam” olarak tanımlamakla suçlanmıştı.
Vitalis denen şahıs, ifadesinde, savaş döneminde Sırp Ordusu’nda albay olarak görev yaptığını ve Srebrenitsa “savaşı”nın planlanmasında görev aldığını belirtmişti.
Vitalis’in ifadesinde şu çarpıcı “itiraflar” yer alıyordu: "Radovan Karadziç ve Radko Mladiç komutasında savaşmak için Bosna’ya giden Yunanlı gönüllüleri Sırp ordusunun bir parçasıydı ve başta dönemin başbakanı Andreas Papandreu olmak üzere bütün Yunanlı politikacıların desteğini almıştı."
Vitalis bunlarla Yunanistan’ın rolünü inkâr etmiyor, sadece olayların katliam olarak adlandırılmasına karşı çıkıyordu. Çünkü ona göre yapılanlar katliam değil, savaştı.
Öte yandan, “Anieri Simmahiya” (“Kutsal Olmayan İttifak”) isimli kitabıyla Yunanistan’ın Srebrenitsa’daki rolünü gündeme getiren Mihas, amacının “Yunanistan’ı milliyetçi şovenizm ve aşırılığın pençesinden kurtarmak” ve ülkeyi demokratikleştirmek olduğunu söylüyordu.
O günlerde bir basın bülteni yayımlayarak davayla ilgili detayları kamuoyuyla paylaşan Mihas, “Birkaç yıl önce eski bakan Andreas Adrianopulos Yunanlı yetkililerden, Yunan vatandaşlarının Bosna Savaşı’ndaki rolünün incelenmesini istedi. Ancak ön soruşturmayı yapan yargıç bilinmeyen sebeplerden ötürü davayı kapatmaya karar verdi” derken, Yunanistan’ın Srebrenitsa’da yaşanan olayları katliam ve hatta soykırım olarak tanımlamayan tek ülke olduğunu hatırlatmıştı.
Ben Hıristiyan Ortodoks inançlı Yunan vatandaşlarımızın, Ortodoks ve milliyetçi şoven çevrelerin, etkisinden kurtulamayan resmi ideoloji ve Yunan kültürüyle beslendiği için Türk ve İslâm düşmanı bir bilinçle yetiştirdiklerini, bu bilinçte olanların da Bosna’da Müslüman avına çıktığını yazdığım için Yunan ve Ortodoks düşmanlığıyla suçlandım. Yunan-Pomak davalarında savcı ve hâkimlerce bunun için hesaba çekildim ve mahkûm edildim. Devletin karanlık işlerini ifşa eden sağduyulu bir Ortodoks Yunanlı gazeteci de olsa, anında hedef haline getirilerek onun da icabına bakılıyor.
Dünya, Ermenilerin timsah gözyaşlarını, sahte soykırım iddialarını değil, asıl bu gerçek soykırımı görmeliydi, ama görmedi, görmek istemedi. Fanatik Hıristiyan Yunanlılar gibi birçokları, binlerce Müslüman öldürülürken “Avrupa'nın Müslümanları azalıyor” diye sevindiler üstelik.
Ülkemiz Yunanistan’ın Bosna Soykırımı esnasındaki rolü ayrıca büyük bir acı gerçek ve kendi başına bir trajedidir. Pontus Soykırımı, Küçük Asya Felâketi gibi iddiaları ortaya atmak, bunları mecliste kanunlaştırmak, bence tarih boyunca yapılan bu tür çirkinlikleri örtbas etme gayretinden başka bir şey değildir.
Peki, günün birinde Boşnaklar ve uluslar arası kamuoyu da Bosna’da yaptıklarını hatırlattıklarında ve belgeleriyle önlerine koyduklarında ne yapacaklar? Onları da mı mahkemeye verecekler?
Alırsan Mazlumun Ahını…
Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste, demiş atalarımız. Aynen öyle… Soykırımcılık üzerine inşa edilmek istenen ne olursa olsun bir gün mutlaka yıkılır. Çünkü zulüm ile abad olunmaz. Başkalarının dünyasını karartarak, onların yaşam ışıklarını çalarak medeniyet oluşturulamaz. Kan ile, vahşet ve katliam ile ancak insanlığın geleceği karartılır. Ama ne yazık ki bazı insan evlâtları bunu bildikleri halde, kin ve gadaplarına yenik düşerek en vahşi hayvanlardan bile daha alçak duruma düşebiliyorlar.
Günümüzde özellikle Batı Dünyası’nda yaşanan ekonomik ve sosyal krizlerin altında, alçaklık dolu kirli mazi yatmaktadır. Yenen onca hak, kıyılan onca canın ahı daha yeni karşılık bulmaya başlamaktadır. Asıl kriz bundan sonra yaşanacaktır.
Peki, bunun bir çaresi yok mudur? Elbette ki vardır. İnsanlar, yaptıklarını samimi bir şekilde itiraf ederek, aynısı bir daha işlememek üzere azmedecekler… Tabii demesi kolay, ama nedense bu kadar kolay olan bir şey dünyanın en imkânsız işi olabiliyor. Şimdi olduğu gibi.
Arakan’daki Srebrenitsa
Srebrenitsa’da katliam sürerken bütün dünya sadece izliyordu. Medeniyeti ve demokrasisiyle övünenler kaskatı kesilmekle kalmadı, alttan alttan katledenleri destekliyordu. Ne zaman ki artık onların vicdan sahibi olanları “artık yeter” dedi ve harekete geçmeye başladı, daha doğrusu ne zaman ki 250 bin Müslüman yok edildi ve Bosna devleti sadece isim olarak kaldı, işte Batı ancak o zaman harekete geçti. O da hareket sayılırsa artık…
Aynı medeniyet ve demokrasi havarileri bugün Miyanmar, eski adıyla Burma’nın Arakan bölgesinde yaşayan Arakan Müslümanlarının vahşi bir şekilde toplu ve sistematik katliamlara tabi tutulmasına da seyirci kalmaktadır. Bir ay önce başlayan katliamlarda şimdiye kadar 40 binin üzerinde masum sivil Müslüman’ın canına kıyıldı. Avrupa Birliği ise ancak bu hafta cılız bir çağrıda bulunabildi. O da sadece gösteriş için…
Gerçek anlamda ve samimi bir şekilde benzer meselelerde de olduğu gibi, bu meseleye yine sadece Türkiye el attı. Katliamların durması için Miyanmar yetkilileri ile temasa geçen Türkiye Dışişleri Bakanlığı, yaptığı açıklamada şimdilik katliamların durdurulduğunu bildirdi.
Petrolün, menfaatin söz konusu olduğu Irak, Sudan, Afganistan ve Suriye için Birleşmiş Milletler Konseyi’ni acil toplantılara çağıran ve askerî müdahale kararları çıkartan “medeniler” ve “demokrasi havarileri”, Bosna, Filistin, Gazze ve Arakan Müslümanları söz konusu olduğunda duyarsız davranıyor…
Batı, bugün Suriye’den çok Arakan’daki Müslümanlar için harekete geçmeli ve oradaki vahşete dur demelidir. Eğer amacı gerçekten insanların kurtuluşu ve barış ise, o zaman Arakan dünyanın birincil gündem maddesi haline getirilmeliydi. Ne yazık ki mevcut gidişat, bu durumun pek değişmeyeceğini gösteriyor. Şu anda “medeni barış havarileri” sadece Suriye’yi “özgürleştirmekle” meşguller.
Bu şekilde hareket etmeye devam ettiği sürece “Batının medenî demokrasi havarileri”, dünyanın sonu, derinleşen mevcut ekonomik ve sosyal buhran neticesinde kaçınılmaz bir felâket olacaktır.
Dua ile bitirelim: Allah sonumuzu hayır etsin…
Kaynak http://www.milletgazetesi.gr/view.php?nid=791

Çanakkale ve Srebrenitsa’yı Unutmuyoruz!
Ne zaman Bosna Hersek’teki toplu mezarlar gözler önüne gelse, Çanakkale şehitlikleri zihinlerde canlanır. Aynı kaderi paylaşan ikiz kardeşler gibi. Tarihi, kardeşliği, dost ve düşmanı bu kadar net mesajlarla anlatan başka bir kaynak ben şahsen tanımadım. Bedir ve Uhud’tan mayasını alan mücadele ruhunun, tarihî zaferlerle sonuçlanan en yakın ve en canlı örnekleridir Çanakkale ve Srebrenitsa.
Pek çok ortak noktada benzerlikleriyle buluşan, insanlık tarihinin canlı iki tanığı, Emperyalist Batı’nın gerçek yüzünü yansıtan iki dev ayna, Çanakkale ve Srebrenitsa. Kaderleri ve yürek yakan acıları, şahit oldukları vahşet ve bıraktıkları yakıcı hatıralar birbirinden farksızdır.
Yirminci yüzyılın başında Çanakkale’de, aynı yüzyılın sonunda ise Srebrenitsa’da yaşanan iki vahşet, seksen yıl aradan sonra tarihin adeta tekerrür ettiğini gösteriyor. Dünyanın dört bir yanından Çanakkale’ye gelerek, Osmanlı Devletine son vermek gayesiyle ittifak kuran emperyalist sömürgeci batı, seksen yıl aradan sonra aynı zihniyeti Srebrenitsa’da hortlatmıştır.
Türklerden intikam almak ve Avrupa’nın ortasında Müslümanlığı yok etmek için, Müslüman Boşnaklara karşı Batı dünyası, Sırp canilerine gizliden ve aşikâr her türlü desteği vermekten geri durmamışlardır.
Çanakkale ve Srebrenitsa’da yaşanan vahşetlerin bahaneleri, sebep ve sonuçları yönünden de büyük benzerlikler arz etmektedir. Yirminci yüzyılın başında meydana gelen olay ve gelişmelerin sonucunda çıkan I. Dünya Savaşı’nın ilk kıvılcımlarının Saraybosna’da yakıldığını hatırladığımızda hiçbir şeyin tesadüf olmadığını görürüz.
Yirminci yüzyılın başında Sırbistan, Rusya’nın desteğini alarak Büyük Sırbistan emellerini tatmin etme sevdasına karşı, Avusturya gözdağı vermek için Veliaht Ferdinand’ı 1914 Haziran’ında Saray Bosna’ya gönderir. Orada bir Sırp tarafından Veliaht Ferdinand’ın öldürülmesi sonucunda, Avusturya Sırbistan’a savaş açarak karşılık vermiştir. Almanya, Avusturya’nın yanında, Rusya Sırbistan’ın yanında savaşa girmesiyle, savaşın bütün Avrupa’ya yayılmasına sebep olmuştur.
Bu tarihe kadar eşi ve benzeri görülmemiş I. Dünya Savaşı, Avrupa’da müttefik dört merkezi devlet (Avusturya, Macaristan, Almanya ve Osmanlı Devleti)’ne karşı, İtilâf devletleri, Avrupa ve diğer kıtalardan yirmi beş devletin iştirak ve desteğiyle cereyan etmiş, insanlık tarihinin en büyük hesaplaşması olarak kaydedilir.
Denizde ve karada yenilgiyi aklından bile geçirmeyen emperyalist güçler, imanın, azmin ve sabrın karşısında önce denizde, hemen akabinde karada tarihî hüsranı tatmıştır. Bu tarihî yenilgiden seksen yıl sonra; Bosna-Hersek'in doğusunda bulunan Srebenitsa kentinde I. ve II. Dünya Savaşları'ndan sonra Avrupa'da yaşanan, insanlığa karşı işlenen suç olarak arşivlerde yerini alan Srebrenitsa Soykırımı gerçekleştirildi.
Bütün dünyanın gözü önünde, Avrupa’nın ortasında ve Bileşmiş Milletler tarafından güvenli bölge olarak ilan edilen Srebrenitsa, Ratko Miladiç komutasındaki Çetnik Sırp Ordusu tarafından işgal edildi. Tamamı silahsız 11 binden fazla Boşnak erkek hayatını kaybetti. Cesetlerin tanınmaması için askerler tarafından parçalanarak 370’den fazla toplu mezara gömüldü.
Türkleri soykırımcı ve Müslümanları terörist olarak yaftalamak için yarışan Hıristiyan Batı, önce Çanakkale ve Srebrenitsa’nın muhasebesini yapmalı, ondan sonra ecdadımıza ve dindaşlarımıza dil uzatmalı.
Batı’nın soykırım ve vahşetleri sadece bunlardan ibaret değil. Geçmişte ve günümüzde vahşet ve zulüm olan her yerde, Batı’nın parmak izlerini bulmak mümkündür. İslâm dünyasına düşen en önemli görev, bu faili malum soykırımlardan ibret almak, gerçek dost ve gerçek düşmanların kim olduğunun farkına varmaktır.
Bu konu ile ilgili Aliya İzzetbegoviç’in tarihi vasiyetini unutmamak gerekir. “Savaşta büyük zulümlere uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı sakın unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Yirminci yüzyıl tarihini ve Avrupalı’yı, Mehmet Akif Ersoy şu dizeleriyle en güzel bir şekilde özetlemektedir.
Nerde gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tauna da zuldür bu rezil istilâ...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil.
Toplum olarak tarihî olayları doğru okumak, bize ve gelecek nesillerimize yön verecek en önemli vasıtadır. Geçmişte yapılanları anlatıp, tarihi bir övünme veya matem aracı olarak kullanmak yerine, ondan dersler çıkarmalı, örnekler kopya etmeliyiz.
Bu, tarih bilincinin doğru verilmesi adına çok önemli bir konudur. Sağlıklı gelişmeyen bir tarih bilinci ve şuuru, yeni soykırımlar; Hitler, Mussolini, Stalin, Miloşeviç, Mladiç ve Karaciç gibi katiller ortaya çıkarır.
Kaynak http://www.milletgazetesi.gr/view.php?nid=749

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder